ÂYETLER ARASINDAKİ İNSİCAM





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/22/2022
Clap

Kur’ân âyetleri arasındaki münâsebet vechi, nerdeyse nüzul sebeplerinin yerini tutacak tarzda kurulmuştur. Zira nüzul sebebi bilinemeyebilir. Ama metin göz önünde olduğundan, insan ister istemez münâsebetler üzerinde düşünür.

Âyetlerin bir kısmı bazı vesilelerle inmekle beraber, Kur’ân’ın insicamını temin etmek gayesi ile, her bir âyet Allah Teâlâ’nın bildirmesi ile, Peygamberimiz tarafından münasip yerine yerleştiriliyordu

Âlimler, âyetlerin münferit vesilelerle inmeleriyle, onların münasip siyaklarına yerleştirilmeleri arasında tearuz görmemişlerdir.[1] Böylece bir taraftan tarihi ortam, diğer taraftan da edebî siyak nazar-ı itibara alınmıştır. Zaten Kur’ân-ı Kerim, tenzil olarak ayrı ayrı zamanlarda indirildiği halde ilâhî hikmet, mevcut tertib üzere olmasını dilemiştir.

Meselâ “Kendilerine Kitaptan bir nasib verilenleri görmedin mi? Puta ve bâtıla inanıyorlar ve inkâr edenler hakkında: ‘Bunlar, imân edenlerden daha doğru yoldadırlar’ diyorlar.” (Nisa, 51) âyeti, yahudi ileri gelenlerinden Kâ’b ibn Eşref hakkında inmişti. Bu adam, Mekke’ye giderek Bedir’de öldürülen müşriklerin intikamını almaya onları teşvik etmiş ve onların, müminlerden daha doğru yolda olduklarını söylemişti. İşbu şahıs ve onun bu sözünü benimseyenler hakkında üç-beş âyet yer aldıktan sonra, emânetleri ehline vermekten bahseden:

Allah, size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58) âyeti gelir. Bu âyet, Mekke’nin fethi sırasında inmişti. Kâ’be’nin bekçisi Osman ibn Talha, kapıyı kilitleyip Hz. Peygamber’in Kâ’be’ye girmesine engel oldu. Hz. Ali, anahtarı alıp kapıyı açtı. Peygamberimiz içine girip çıktıktan sonra, amcası Abbas anahtarın kendisine verilmesini teklif etti. Fakat o, eski bekçisi Osman’a verilmesini bildirince bu âyet nazil oldu. Tarih itibariyle aralarında altı sene gibi uzun bir zaman farkı bulunan bu iki pasaj, acaba neden yan yana getirilmiş olabilirler? Âlimler bu iki parça arasındaki müşterek unsurun, emânete riâyet edip hıyanetten sakındırmak olduğunu ifâde etmişlerdir. Zira o yahudi, Hz. Peygamber’in ve müminlerin evsafını bildiği halde bu bilgi emânetine, yani Tevrat’a hıyanet etmişti. İşte buna binâen müteakip âyet, emânetin ehline verilmesini ve adaletten ayrılınmamasını bildiriyor.

Âyetler arasındaki münasebeti bilmenin faydası, kelâmın bazı cüzleri ile diğer cüzleri arasındaki irtibatı meydana çıkararak onların, taşları birbirine kenetlenmiş muhkem bir bina hâlinde olduğunu göstermektir. Bu, bazen pek ince tarafları olan bir iş olduğundan eski müfessirlerin çoğu buna ihtimam göstermemiştir.[2] İzzuddîn İbn Abdisselâm (ö.660/1262) der ki: “Münâsebetleri bilmek güzel ve değerli bir iştir. Fakat, başı sonu ile irtibatlı, aynı meseleye dâir bir ifâdede, güzel bir irtibatın bulunması şarttır. Lâkin muhtelif sebeplerden dolayı vâki’ olan kelâmın cüzleri arasında irtibat bulunması gerekmez.” Ona göre, farklı sebepler üzerine, yirmi küsur senede inmiş âyetler arasında irtibat aramak, yersiz bir gayrettir. Fahruddîn Razî ise (ö.606/1209): “Kur’ân’ın ifâde güzelliklerinin ekserisi, tertîb ve irtibatlara tevdî edilmiştir” demektedir. O ve bilhassa Nazmu’d-durer fî tenâsübi’l-âyati ve’s-suver adlı tefsirinde Burhânuddîn İbrahim el-Bikâî (ö.885/1480) bu münasebetleri en iyi bir şekilde gösterenlerdendir.

Müfessirler, âyetlerin tefsirine kâh sebeb-i nüzulü, kâh münâsebet vechini zikretmekle başlarlar. Kelâmın düzgünlüğünü göstermek, münâsebet vechini belirtmeye bağlı olduğunda önce münâsebeti ve fakat münâsebeti bilmenin sebeb-i nüzulü bilmeye mütevakkıf olduğu takdirde ise evvelâ sebeb-i nüzulü zikrederler. Nitekim demin verdiğimiz misalde (Nisa, 58 âyetinde) durum böyledir. Nüzul sebebini bilmeyen sıradan bir okuyucu, bu âyetin siyaktaki münâsebetini pek izah edemez.

Bazı müfessirler, âyetler gibi sûreler arasında da münâsebet ararlar. Sûreler arasında tenâsüb olduğu fikri, sûrelerin Mushaf’taki sırasının tevkifi olduğu düşüncesi ile ilgilidir. Bununla beraber, sıralamanın tevkifi olması, sûreler arasında her zaman tenasübü gerektirmez. Fakat asıl mühim olan, âyetler, arasındaki tenasübü bulmaktır. Zira peşpeşe gelen iki âyet hakkında akla gelen ilk suallerden biri şudur: “Ön tarafıyla irtibatlı mıdır, yoksa müstakil midir? Müstakil ise, ön tarafıyla arasında ne münâsebet vardır, niçin bu siyakta serdolunmuştur?”

Âyetler ve sûreler arasındaki münâsebet konusunda tabiîliğin veya zorlamanın esas miyarı, mevzular arasındaki benzerliktir. Kelâmın sonu, başı ile irtibatlı ve aynı mevzuda ise, makûl ve makbul olan bir tenâsüb var demektir. Muhtelif sebeplere ve birbiri ile ilgisiz meselelere dâir ise açık bir tenâsüb olduğu söylenemez. Demek tenâsüb işi vazıh olmakla beraber bazen gizli de kalabilmektedir. Bu gizlilik, âyetlerden ziyâde sûreler arasında görülür. Zira mevzuun; bir tek âyette bitmesi çok nâdirdir: te’kîd veya tefsir, istisna veya hasr, itiraz veya tezyîl maksadlarından biriyle âyetler peşpeşe gelir, böylece münâsebet ve bütünlük ortaya çıkar.

Âyetler arasındaki münâsebeti yakalayabilmek için Kur’ân’ı okuyan, bazen edebî zevkini, bazen fıtrî mantığını hakem kılmalıdır. Böylece umumî veya hususî, zihnî (sübjektif) veya haricî (objektif), aklî, hissî veya hayalî birtakım irtibatlar kurabilir, isterse bu kelimelerin ıstılahî ve felsefî anlamlarını bilmesin. Âyetler arasındaki telâzüm, birçok durumda sebep-netice münâsebeti tarzında deveran eder. Şâyet böyle bir gerektirme yoksa, bir şeyin iki ucunu, zıt tarafını göz önüne sermek söz konusu olabilir: Azaptan sonra rahmetin, cehennemden sonra cennetin zikredilmesi, aklı harekete geçirdikten sonra kalbe hitap, ahkâmı serdettikten sonra kalbi yumuşatan zühd ve mev’iza unsurlarını serdetmek bu kabildendir.

Âyet ve sûreler arasındaki tenasübü göstermek hususunda muhakkik müfessirler zorlamalardan kaçınmışlar ve bunu yaptıkları ölçüde başarılı olup, bu bahçenin en güzel meyvelerini devşirmişlerdir. İspat etmişlerdir ki, yirmi küsur sene boyunca, çeşitli sebeplerle ve muhtelif şartlarda inen Kur’ân-ı Kerim’in her sûresinde, âyetler tam yerlerini bulmuşlardır. O derecede ki birçok yerde insicam, nüzul sebebinin bulunup bulunmadığını araştırmayı hatıra bile getirmez. İfâde sanatındaki insicam, tarihî realitesini bilmeye ihtiyaç bırakmaz ve inci gibi dizilmiş âyetleriyle 114 sûre, 114 kolye hâlinde zamanın boynunu süsler.[3]

Böylece Kur’ân âyetleri arasındaki münâsebet vechi, nerdeyse nüzul sebeplerinin yerini tutacak tarzda kurulmuştur. Zira nüzul sebebi bilinemeyebilir veya bilindiği halde bize intikâl etmemiş olabilir yahut da intikâl ettiği halde yayılmamış olabilir. Ama metin göz önünde olduğundan, insan ister istemez münâsebetler üzerinde düşünür.

 

[1] Zerkeşî, Burhan. I, 25.

[2] Aynı eser, I, 36.

[3] S. Salih, Mebâhis, s.157.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/22/2022