KUR’ÂN KISSALARI





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 12/05/2022
Clap

Kıssaların, esas olan dinî gayeye hizmet etmesi, olayların sunuluşunda sanat özelliklerinin görünmesine engel değildir. Kur’ân’ın ifadeleri, ortaya koydukları sahnelerde dinî gaye ile edebî gayeyi birleştirir ve insanın ruhuna sanat güzelliği ile hitap ederler.

Kıssalar, hacim itibariyle, Kur’ân’ın takriben yarısını teşkil eder. Bu bakımdan üzerinde durulmaya değer konulardan biridir. Kıssa’nın ilk mânası “Bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek”tir. (Meselâ Kehf, 64; Kasas, 11 âyetlerinde kassa fiili bu mânada kullanılmıştır). İkinci mânası “Birine bir sözü beyan etmek” olup, “Biz sana en güzel bir tarzda beyan ediyoruz (nakussu)’’ (Yusuf, 3) âyetinde bu anlamdadır. Böylece kassa fiili, “hâdiseleri adım adım izleyerek noktası noktasına bildirmek” demek olup, kelimenin üçüncü anlamı olan “anlatmak, hikâye etmek” demek olan daha sonraki kullanılışını, birinci ve ikinci mânaları sınırlandırmaktadır. Bundan ötürü kıssa yerine hikâye tabirini kullanmamalıdır. Zira hikâye, gerçekten vaki olmamış durumlar hakkında kullanılabileceği halde kıssa, mazide gerçekleşmiş olayları bildirerek, ders almaları için, insanları o zamanda yaşatmayı gaye edinir.

Kıssa, Kur’ân’ın, esas olan dinî gayesini gerçekleştirme vasıtalarından biridir. Kur’ân’ın esas gayesi Allah’ı ve âhireti tanıtmak, adaleti tahakkuk ettirmektir. Kur’ân’daki kıssaların, gerek konularında gerek anlatımlarında ve gerekse kıssalardaki olayların yönetilmesinde sırf sanat gayesi güdülmez. Fakat kıssaların, esas olan dinî gayeye hizmet etmesi, olayların sunuluşunda sanat özelliklerinin görünmesine engel değildir. Kur’ân’ın ifadeleri, ortaya koydukları sahnelerde dinî gaye ile edebî gayeyi birleştirir ve insanın ruhuna sanat güzelliği ile hitap ederler. Bu yüksek sanat hususiyetini idrâk etmek ise muhatabı, dinî tesiri almaya hazırlar. Fikrî temasların ciddiyeti içinde muhataba mesaj ulaştırmak ekseriya kolay olmaz; bu durumlarda muhatap, bir direnme haleti rûhiyesi içine girer. Hâlbuki fikir, duygu içinde eritilmiş olarak sunulabilir. Bundandır ki üstün edebiyat eserleri, anlatmak istedikleri gerçekleri bedahet hâline getirirler. Sunulan fikirler aklen ispatlanmaya lüzum kalmaksızın muhataba mal edilir. Kıssaların Kur’ân-ı Kerim’de fazla yer tutmasının başlıca hikmetlerinden biri de, demek ki bu telkin sırrı olabilir.

Bir yönü ile “tevhîd akidesinin tarihi” denilebilecek kıssaların çoğu, resullerin tebliğlerini ve onlara karşı ümmetlerinin tutumlarını bildirmektedir. Âdem, Nuh, İbrahim, Yusuf, Musa, İsâ, Muhammed aleyhimüsselâmın kıssalarına, özellikle çok yer verilir.

 

Kıssaların Gayeleri

Kıssanın gayesi, “Kur’ân’ın indiriliş maksatlarını gerçekleştirmektir”, cümlesinde hülâsa edilebilirse de, biraz tafsilâtlı olarak gayelerini sınıflandırmak faydalı olacaktır. Bunlar şunlardır:

  • Muhammed’in nübüvvetini isbat etmek. Peygamberimiz gibi kavmi de, geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin durumlarına vâkıf değildi (Yusuf, 102; Kasas, 44-46). Böyle olduğu halde, onları Kur’ân vasıtasıyla doğru bir tarzda anlatması, Allah’ın vahyine mazhar olduğunu gösterir. Kur’ân’da anlatılanların kısmen Tevrat kıssalarına benzemekle beraber, bazen önemli hususlarda onlardan ayrılması, hele o ayrıldığı hususların yanlış olup yakın zamanlarda (ancak muasır dönemde) yanlışlıklarının anlaşılmış olması, kat’î olarak vahy olduğunu gösterip hiçbir şüpheye yer bırakmaz,
  • Bütün peygamberlerin İslâm’ı tebliğ ettiklerini göstermek. Bu gerçeği pekiştirmek için Kur’ân, peygamberlerin kıssalarını, birçok durumda peşpeşe serdeder. Enbiya sûresinin 48-92 pasajı bunun güzel bir örneğini teşkil eder ve son âyet bu uzun anlatımın asıl gayesini bildirir: “Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (dininiz bir tek dindir); Ben de sizin Rabbinizim. O halde (başkasına değil) yalnız Bana kulluk edin.” Talî gayelere ise, kıssaların arasında temas edilmektedir. A’raf, 59-85; Hûd, 25-99; Şu’ara, 10-191 pasajları da bu mahiyettedir.
  • Muhatapların ders almalarını sağlamak. İnsan, kıssalarda anlatılan iyi kişileri takdir edip onlara benzemek ister; kötülerden nefret edip huylarından sakınmak lüzumunu hisseder. Çünkü tarihin işleyişinin, her iki grubun akıbetlerini açıkça ortaya serdiğini görür, Toplumlar çeşitli özellikleriyle, sadece tarihin uzak bir köşesinde gelip geçmiş birer kavim değil, örnekleri her zaman bulunabilecek birer tip olarak arzedilmektedirler.

İbretin bir başka nevi, özellikle peygamberlerin mucizelerinde rastlanan, ilmî gelişmeyi teşvik edici nitelikteki işaretlerde tezahür eder. Her bir âyetin, çeşitli irşad vecihlerini ihtiva edebileceği, İslâm âlimlerince kabul edilmektedir. Âyetlerde delâlet kuvveti farklı olan çeşitli mâna tabakaları bulunabilir. Peygamberlerin manevî faziletlerinin anlatılmasıyla muhatap, onların kemallerinden yararlanmaya teşvik olunduğu gibi, onların mucizeleri anlatılmakla peygamberleri bu sahada da örnek almaya zımnen teşvik edilmiş olabilir Kur’ân’ın bu zımnî (gizli) irşad nev’ini bazı misallerle açıklayalım:

Sebe’, 12 âyetinde, “Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgârı, Süleyman’a musahhar kıldık ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık” buyurulur. M. Hamdi Yazır, bu âyete göre, Hz. Süleyman’ın bir günde 1.800 km. mesafe katettiğini hesaplar. Bu âyetten aero-dinamik kanunlardan faydalanmaya gizli bir teşvik sezilebilir. Zira -mucize olmasına rağmen- Hz. Süleyman bu işi vasıtasız yapmış değildir, hava (rîh, rüzgâr) vasıtasıyla, havanın özelliklerinden istifade ederek gerçekleştirmiştir. Havanın hareket kanunlarına dikkat çekmek hikmeti olmasaydı, Allah Teâlâ onu vasıtasız olarak o mesafelerden aşırtır ve Kitabında da havayı sebep kılarak bu mucizeyi gerçekleştirdiğini bildirmezdi. Âyetin son kısmı, bakırı sel gibi akıtmayı, Hz. Süleyman hakkında ilâhî bir lütuf olarak zikretmektedir. Az önceki 10. âyette de Hz. Davud’a “demirin yumuşatıldığı” beyân buyurulur. Muhakkik müfessirimiz M. Hamdi Yazır, naklettiği diğer tefsirleri zayıf bulduğuna işaret etmek ve âyetteki ilmî irşada dikkati çekmek için, “Biz, bunun bir atiyye-i ilâhiyye olan bir ilm u sanatla akıtılmış olmasını daha ehemmiyetli buluyoruz” der.[1] Böylece Kur’ân-ı Kerim, demiri işletmeyi ve bakırı eriterek sel gibi akıtmayı, bu âyette büyük bir ilâhî lütuf olarak bildirmekle, madenleri bulup işletmenin, sanâyinin ve maddî kuvvetin esası olduğuna işaret ve bu nimetten istifadeye teşvik etmektedir.

  • Kıssalar, Hz. Peygamber’in ve müminlerin kalblerini takviye ederler. Tebliğ külfetinde karşılaştıkları meşakkatlere sabır ve hizmette sebat etmelerini kolaylaştırırlar. Çekilen çilelerden sonra Allah’ın nusratının, önceki peygamberlere ve cemaatlerine geldiği gibi, Kur’ân’a tâbi olanlara da geleceği anlatılmak istenir.

Kıssaların başka gayeleri de bulunmakla beraber, birinci derecede hatıra gelen bu maddelerle yetiniyoruz.

 

Kıssaların özellikleri

Kur’ân kıssaları, aslında, insanlara hükmeden ilahî kanunların icraatından ibaret olan birtakım hareketler, görüntüler ve sesler halindeki tarih manzaralarıdır. Hikâye ve romanlarda eserin kahramanı, zaman ve mekân unsurları büyük önemi hâizdir. Hâlbuki Kur’ân kıssalarının gerçek kahramanı, olayların kendi etrafında döndüğü şahıs değildir. Kıssanın, gerçek kahramanı insanın inanç, ahlâk ve davranışlarına sıkı bir şekilde bağlı olan tarihî kanundur. Kıssanın kahramanı, meselâ Hz. İbrahim ve muhatapları değil, tevhîd ve sirk tarihî realiteleridir. Yahut Hz. Yusuf ile ev sahibesi değil, Yusuf’taki iffet ve emânet ile, kadındaki şehvet ve hıyanettir. Gerçi Kur’ân’da hayat, unutamayacağımız bazı şahsiyetlerde hareket eder, fakat Kur’ân üslûbu, kıssa kahramanlarını, olayın mihveri yapmaya lâyık bulmamıştır. Kıssalar tezli kıssalardır, güdümlü hikâyeler değildir. Kur’ân hâdiseye dikkati çektiğinden, zaman ve mekân unsurlarına zikre değer bir yer vermez, onları bildirmez. Zira hâdiselerin, ibret vermek gayesine hizmet etmeyen ayrıntılarına girmek, meseleyi teferruata boğarak kıssadan çıkacak hisseye gölge düşürebilirdi.

Kıssaların en çok dikkati çeken özellikleri şunlardır:

  • Tekrar hususiyeti. Muhatap Âdem, Nûh, Musa aleyhimüsselâm ile ilgili bazı kıssaların tekrar edildiğine şahit olur. Aslında tam bir tekrar yoktur. Sûrenin genel havası ve siyak münâsebetiyle aynı kıssa, her seferinde değişik ayrıntılar eklenerek farklı üslûpla ele alınır ve bu farklı detaylar, değişik ibretlere medar olurlar.

Tekerrür, esas dinî maksadın farklı üslûplarla tebliği durumundadır. Sıradan meseleler tekerrür etmez. Meselâ Hz. Musa’nın doğumunu çevreleyen şartlar, gençliği, evlenmesi tekrarlanmaz, ama Firavun’la karşılaşması, sihirbazlara söylediği sözler, risâletin hedefi yönünden çok mühim olduğundan, dinî maksat, tekrarlanmalarını gerektirmiştir.

Keza aynı şahısla ilgili kıssanın, çeşitli yerlerde zikredilen unsurları, ihtilâf veya zıtlık olmaksızın, bir tek konu teşkil eder. Değişik pasajlar bir araya getirildiğinde, konunun büyük ve detaylı bir tablosu elde edilir.[2] Yalnız unutmamak gerekir ki kıssanın eklem yerleri durumunda olan bazı halkalarını tekrar etmekten kaçınmak mümkün değildir.

  • Kur’ân kıssayı hangi maksat için serdediyorsa, hadisenin sadece o miktarını zikreder. Dinî gayeyi ifâde etmesine önem verildiğinden, tarih sırası gözetilmeksizin başından, ortasından veya sonundan anlatılabilir.
  • Muhatap kıssadaki olaylar içinde dalıp gitmeye bırakılmaz, arada dinî irşat ve tevcihler serpiştirilir.

Kıssalarda şu sanat özellikleri bulunduğu görülür:

  • Muhatabı sürükleyen bir girizgâhla başlanır.
  • Temsilî anlatım tercih edilir, yani önemli sahneler gösterilip birçok teferruat muhayyileye bırakılır.
  • Hâdiseler kuru, didaktik ifâdelerle sıralanmaz, canlılık ve hareket dolu bir tasvirle müşahhas hâle getirilir.

 

[1] M. Hamdi Yazır Hak Dini Kur’ân Dili, V. 3951.

[2] M. M. Hicazî, s. 325-398.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 12/05/2022