NESH MESELESİ





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/22/2022
Clap

Kur’ân’da asıl olan, nesh değil, ihkâm’dır, yani normal olarak âyetler mensuh değil, muhkemdir. Zaten bundan ötürüdür ki, neshin câri olduğunu inkâr eden bazı şahıslar çıkabilmiştir.

Nesh, lisanda nakl veya izâle etmek mânalarına gelir. Istılahta ise: “Şâriin, şer’î bir hükmü, daha sonraki şer’î bir delîl ile kaldırmasıdır.” Nesheden âyete nâsih, hükmü kaldırılan âyete mensûh, mensûh olmayan âyete de muhkem adı verilir.

Nesh, bir yönü ile, vahyin peyderpey indirilmesinin tezahüründen ibarettir. Yüce Allah, en hayırlı ümmet olarak nitelediği son ümmetin binasının temeli ve kıyamete kadar gelecek nesillere örnek olacak olan nesli, Câhiliyeden İslâm’a köprü kılmak, daha doğrusu Câhiliye gayyasından çıkarıp ideâl nesil hâline yükseltmek için, onların binasını tuğla tuğla muhkem kılmak istemiş, talimatını onların akıllarına ve kalplerine sindire sindire yerleştirmiştir. Mezkûr hikmet sebebiyle, onlara hususiyet tanımak, Allah’ın, beşeriyetin toplum hayatına koyduğu nizamının icabıdır. Bu nesil, insanlığın Câhiliyeden İslâm’a, şirkten tevhide intikalinde köprü başını tutmaktadır. İzaha lüzum yoktur ki “geçiş dönemleri, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva ederler.[1]

Allah Teâlâ, ezelî ve her şeyi kuşatan ilmiyle, mensûh hükmün müebbet değil de muvakkat olduğunu bilir. Fakat bununla beraber, bu muvakkatlığın nâsih hükmün beyanı ile sınırlı olduğunu da bilir. Allah’ın ilmi, esbab ve müsebbebata (sebeplere ve neticelere) ayrı ayrı değil, birden taallûk ettiği gibi, nâsih ve mensûha da birden taallûk eder. Demek ki nesh aslına Allah’a göre nihaî hükmü beyan, kullara göre ise ilgâdır. Ancak, birinci hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, ikinci hükmün gelişinde, mahdut ilmimiz bunu tağyîr zannetmektedir. Allah Teâlâ bazı hükümlerini, diğer bazı hükümlere naklettiğinde, Zatına daha önce gizli kalan bir durumun meydana çıkması söz konusu değildir. O, nâsihi de mensuhu da, mahlûkatı yaratmadan önce bilmektedir. Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat ile sınırlı olduğunu da bilmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’de neshin vâki’ olduğu, şu âyetten anlaşılmaktadır:

Herhangi bir âyetin (hükmünü) yürürlükten kaldırır veya ertelersek (yahut: unutturursak) onun yerine (sevapça) daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?” (Bakara, 106)

Neshe bir misâl verelim: Bakara, 180 âyeti, geriye mal bırakacak durumda olan müttakilere, ölmeden önce anasına, babasına ve akrabasına vasiyyetle mal ayırmasını farz kılmıştı. Fakat miras paylarını tahfsilâtlı bir şekilde bildiren daha sonraki Nisa, 11-12 âyetleriyle -tasrih edilmese de, hükmen- vasiyyet neshedilmiştir. “Mirasçı için vasiyyet yoktur” hadisi de bu neshi beyan etmiştir.

Ancak, Kur’ân’da asıl olan, nesh değil, ihkâm’dır, yani normal olarak âyetler mensuh değil, muhkemdir. Zaten bundan ötürüdür ki, neshin câri olduğunu inkâr eden bazı şahıslar çıkabilmiştir. Bazı müfessirlerin mensuh olduğunu iddia ettikleri âyetlerin çoğu, aslında o ihtiyaç zamanına kadar beyanın tehir edilmesinden ibarettir. Buna dâir, neshe en fazla mevzu teşkil ettiği söylenen bir konuyu misâl verelim:

Bazı müfessirler, seyf (kılıç) âyetinin[2] varlığı sebebiyle, gayri müslimler hakkında müsâlemet, sabır ve maddî kuvvet kullanmamayı isteyen âyetlerin mensuh olduğunu yazmışlardır. Böyle olunca, bu mesele ile ilgili yaklaşık kırk kadar âyetin mensuh olduğu sanılmıştır. Bu hususta yetkili bir zat olan B. Zerkeşî’ye (ö.794/1391) göre, Cenab-ı Allah, müslümanlar zayıf olduklarında sabır ve müsâlemet, kuvvetli olduklarında ise müsayefet (savaşma) emretmiştir, yoksa ikincisi birincisini neshetmiş değildir. O, bunu uzunca izah ettikten sonra şöyle diyor: “Yapılan bu tahkik ile, tahfif (hafifletme) ifâde eden âyetlerin, seyf âyetiyle mensuh olduğuna dâir birçok müfessirin sarfetmiş oldukları sözlerin zayıflığı meydana çıkar. Durum böyle değildir. Bu âyet, münse’ (ertelenen) nevindendir. Yani vârid olan her emre, bu hükmü icab ettiren sebepten ötürü, muayyen bir vakte kadar uymak farzdır, sonra illetin intikaliyle (şartların değişmesiyle) bir başka hükme geçilir. Bu, nesh değildir. Nesh: hükmü, artık ebediyen kendisiyle amel etmek caiz olmayacak şekilde, izale etmekten ibarettir.”[3] (Süyûtî de, isim vermeksizin, ondan naklen aynı sözü söyler, İtkan, II, 21).

Tahkik ehli âlimler, mensuh âyet miktarının çok az olduğunu söylerler. Süyutî de (ö.911/1505), E. İbnu’l-Arabî[4] (ö.543/1148) gibi, sâdece 20 âyetin mensuh olduğunu söyler. Şah Veliyyullah Dihlevî (ö.1176/1762) ise sadece 5 âyetin mensuh olduğunu ifade eder.

 

[1] Adnan M. Zarzûr, el-Felsefetu’t-terbeviyye li’n-nâsihi ve’l-mensûh, el-Umme (Katar), 3 (1981 Ocak), s. 11.

[2] Bu âyet, Tevbe, 5. âyeti olup, müşriklerin, nerede olurlarsa olsunlar, İslâm’ı benimsemedikleri takdirde, öldürülmelerini emretmektedir. Müçtehid imamların bu hususta farklı içtihadları ve delilleri için, mufassal tefsir kitaplarında, bu âyetin tefsirine bakılmalıdır.

[3]   Zerkeşî, Burhan, II, 42.

[4]   Süyûtî, İtkan, II, 23.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/22/2022