Efendimiz'in (s.a.s.) Dua Günlüğü





Author: Prof.Dr. Abdülhakim YÜCE - min read. - Post Date: 10/30/2022
Clap

Efendimiz (s.a.s.) manevî derecelerinde devamlı yükselmekteydi; bir makamdan daha üst makamlara yükseldikçe, evvelki makamdan ötürü istiğfar ederdi.

Kulun yaratıcısı karşısında takındığı tavra, yani O'nun karşısındaki duruşuna ubudiyet denir. Kur'ân buna tesbih, hamd ve secde gibi isimler vermektedir. (Ra'd, 13/13, İsra, 17/44, Nur, 24/41) Bunlar, duanın çeşitleridir. Hatta namaz ibadetini karşılamak üzere kullanılan salât tabirinin anlamı da duadır.[1] Her güzel özellikte olduğu gibi ibâdet ve dua burcunun zirvesindeki Zat (s.a.s.)'ın ifadesiyle ibadetin özü duadır.[2] Diğer bir deyişle, bütün ibadetlerin irca edileceği öz, duadır.

Aciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun, tazarru, tezellül ve alçak gönüllülük içinde, Rahmeti Sonsuz'a yönelip, hâlini arz etmesinin ayrı bir unvanı sayılan dua, kulun Rabbi'ne karşı iman, güven ve itimadının bir gereğidir.

Dua sadece bir şeyler istemek demek değildir. Bizi yaratan ve yaşatan Sonsuz Kudret'in sahibi önünde, kendi aczimizi ve hiçliğimizi anlamak, kendi kendimize yeterli olmadığımızı bilmektir. Bizi en iyi bilen Rabbimizin huzurunda iç dünyamızı şerhetmektir.

Dua, dudaktaki sesler ve kelimeler değil, kalpteki iniltiler ile ruhtaki sızılardır. "Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin, muhakkak ki Allah, haddi aşanları sevmez. O'na korkarak ve umarak dua edin." (A'raf, 7/55–56). Ve dua insanın değer ölçüsüdür: "De ki, eğer duanız olmasaydı Rabb'im size değer verir miydi?" (Furkan, 25/77).

Günümüzde, sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülen dua, gerçekte hayatın ve hayat ötesinin en büyük lâzımıdır. Aslında yaşadığımız hayat, baştan sona duadan ibarettir. Dua, Rıza-i İlâhî'nin ve cennet yurdunun anahtarıdır. Yine dua, kuldan Rabbe yükselen kulluk nişanı, Rab'den kula inen rahmet simgesidir.[3] Daha doğrusu o, Allah'la kul arasındaki münasebetin tam odak noktasıdır. Dua, imkân âlemi ile lâhut âlemini birleştiren ulvî bir miraçtır. Onun için de en makbul dua mü'minin miracı olan secdede yapılan duadır.[4] Ayrıca dua ve tevekkül hayra meyletmeye büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi şerre meyletmenin önünü keser, tecavüzünü kırar.

Rahmet elinin üzerimizde dolaşması, dua sayesindedir. Yani dua, gazabın da paratoneridir. Beşer imkânının tükendiği noktada dua şuuru başlar. Aslında, ona başlangıç ve bitiş noktası tesbit etmek de imkânsızdır. Çünkü insanın duadan müstağni olacak bir anı bulunmamaktadır. O hâlde kul, kendisinden tecellileriyle bir an dûr olmayan Rabb'ine, duadan bir ân dûr olmamalıdır.

Kula bakan yönüyle dua, istemektir. Ne var ki, çoğu zaman istenilecek şeyi isteme şeklini bilemez de, istemede sû-i edepte bulunur. Daha açık bir ifade ile O'nun mutlak iradesini, kendi cüz'î iradesinin -haşa- uydusu olarak görmek ister. Şüphesiz bu tavır ve niyetle yapılan dualar, Allah'la kul arasında râbıta olmaktan uzaktır.

Her konuda olduğu gibi bu hususta da ona en büyük yardımcı Kur'ân-ı Kerim ve Hadîs-i şeriflerdir. Çünkü bize istemeyi veren Zât, nasıl isteyeceğimizi de öğretmiştir. Kendisine en güzel ve en müessir dualar öğretilen kul ise şüphesiz Allah Resulü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ)'dır. Dua mecmualarına bakıldığında, duada dahi O'na ulaşmanın mümkün olmadığı görülmektedir.[5] Öyle ise O'nun nasıl dua ettiğine bakılmalıdır.

Bundan sonraki satırlarda Efendimizin bir günlük dualarından seçmelerde bulunacağız. Daha geniş dua hazineleri ile karşılaşmak, duanın adabı, çeşitleri, icabet saatleri, büyük şahsiyetlerin duaları, duanın fizik ve metafizik dünyaya nasıl bir tesirinin olduğu vb. birçok konuyu öğrenmek için dua mecmualarına müracaat edilmelidir.

 

Sabah Kalkınca

Sabah olunca O şu duayı okurdu:

اللَّهُمَّ إِنِّي أَصْبَحْتُ أُشْهِدُكَ وَأُشْهِدُ حَمَلَةَ عَرْشِكَ وَمَلَائِكَتَكَ وَجَمِيعَ خَلْقِكَ أَنَّكَ أَنْتَ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُكَ وَرَسُولُكَ

"Allah'ım! Ben, şunu ikrar ederek sabahladım: Seni, arşının hamelelerini, meleklerini ve bütün mahlûkatı şahit tutuyorum ki, Sen kendisinden başka ilâh olmayan Allah'sın ve Muhammed Senin kulun ve resûlündür."[6]

Efendimiz, bütün varlığı, özellikle Allah'a en yakın olan melekleri ve varlığa nezaret eden sekene-i semavatı kendisine şahit tutmakta ve Cenâb-ı Hakk'a arz edeceği hamdini, onların soluklarına katıp öyle arz etmektedir. Efendimizin bu tavrından şu anlaşılıyor: Büyüklerin kapıları çalınırken, evvela tokmağa dokunacak bir el aranmalıdır. O'nun içindir ki Hz. Ömer (r.a.), Medine'de kıtlık olunca, Hz. Abbas (r.a.)'ı elinden tutup bir tepeye çıkarmış, o elleri havaya kaldırarak dua etmiş ve şöyle yalvarmıştı:

"Allah'ım! Şu Sana kalkan eller, Sen'in Habibinin amcasının elleridir. Bu el hürmetine yağmur ver!" Ve daha el aşağıya inmeden yağmur yağmaya başlamıştı."[7] Bu bir Ömer (r.a.) ferasetidir ve dersini, Efendimizin duasına ve yakarışlarına meleklerin soluklarını katmasından almıştır.

Allah Resûlü'nün sabah yaptığı dualar arasında şu da vardır:

"Ey semâvât ve yeri yaratan, gayb ve şahâdet âlemini bilen, celâl ve ikram sahibi Allah'ım! Sana şu dünya hayatında bağlılığımı ilân ediyor ve Sen'i buna şahit tutuyorum, Sen şahit olarak yetersin."[8]

Bu duada Esma-i İlahî'den 'Fâtır' isminin kullanılması anlamlıdır. Sanki şöyle denilmektedir: "Gökleri ve yeri fıtrata göre yaratan, onları fıtrat kanunlarına açık hâle getiren Sensin. Bu fıtrat kanunları içinde, tıbbın, fiziğin, kimyanın, astrofiziğin, astronominin kendilerine göre kanunları vardır. Sanki her sabah bu kanunlar yenileniyor ve varlığa açık hale geliyorlar. Bunlara, bu düzeni ve bu temiz çehreyi veren Sensin!"

 

Elbise Giyerken ve Yemek Yerken

'Biz' dâhil bizim zannettiğimiz her şeyin gerçek sahibi şüphesiz Allah'tır. O'nun yardım ve 'atâ'sı olmadan hiçbir şey kazanmamız mümkün olmayacağı gibi ne nefes alabilir, ne yemek yiyebilir, ne de yürüyebiliriz. Fakat nedense insan 'benim ve O'nun' der Allah'ın mülküne ortak olmak ister ve "Ben kazandım, ben elde ettim, ben başardım, şu benim..." diyerek büyük bir gurur, gaflet ve bazen şirk içine düşer. İşte insanlığı böyle bir tehlikeden kurtarmak isteyen Hz. Peygamber (s.a.s.), her nimet karşısında ona uygun bir şekilde dua eder ve tevhidi her çeşidiyle tonlu bir şekilde vurgulardı. Mesela güzel bir elbise giyerken veya yemek yerken şu dualarına şahit olunmaktadır:

الْحَمْدُ لِلهِ الَّذِي كَسَانِي هَذَا الثَّوْبَ وَرَزَقَنِيهِ مِنْ غَيْرِ حَوْلٍ مِنِّي وَلَا قُوَّةٍ

"O Allah'a hamdolsun ki, benden herhangi bir havl ve kuvvet olmaksızın bu elbiseyi bana giydirdi ve (bunu) bana rızık olarak verdi."[9]

 

Yemek Duası

Yemek duası üç kelime ile özetlenebilir: Zikir, fikir, şükür. Yani yemek yemeğe başlamadan "bismillah" der; yemek esnasında kendisine bu nimetleri veren Rezzak-ı Kerimin nimet ve fazlını tefekkür eder, yemekten sonra da şu duayı okur:

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَطْعَمَنَا وَسَقَانَا وَجَعَلَنَا مُسْلِمِينَ

"Bizi nimetleriyle yediren, içiren ve bizi Müslüman kılan Allah'a hamd olsun."[10]

 

Ezandan Sonra

Ezan, günde beş defa okunan ve içeriği İslâm'ın temellerini anlatan; bütün Müslüman topluluklarda aynı cümlelerle okunan adeta semavî bir sofraya yapılan İlahî bir davettir. Bu çağrıyı bize talim eden Kâinatın Efendisi'dir. Öbür tarafta elimizden tutacak da O'dur. Bu noktaya vurgu yapan ve ezandan sonra okunacak şu duayı da yine O bize talim etmiştir:

اللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلَاةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ

"Ey bu kâmil davetin ve kılınacak namazın rabbi olan Allah'ım! Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'e Vesile'yi ve Fazilet'i lütfet ve O'nu kendisine vadettiğin Makam-ı Mahmud'a ulaştır."[11]

Eve Girerken / Çıkarken

Ev hayatının insan için çok önemli bir yeri vardır. Hayatımızın büyük bir kısmı evde geçmektedir. Sadece ihtiyaç nispetinde dışarı çıkar ve sonra tekrar oraya döneriz. Ev halkının yanı sıra, melekler, diğer ruhanîler, gözle gördüğümüz veya göremediğimiz birçok varlık bu mekânı bizimle paylaşır. Ev dinlenme yeri, eğitim yuvası ve mahremiyetler ocağıdır. Orada olup biten şeylerin hep iyilik ve güzellik kuşağında olması bütün toplum hatta insanlık için hayatî öneme sahiptir. Öyle ise her işimizde olduğu gibi eve girerken de Rabbimize sığınmalı ve O'na dayanmalıyız. Efendimiz (s.a.s.) eve girip çıkarken bu muhtevayı taşıyan dualar okurdu. İki tanesini vermekle yetiniyoruz:

 

Eve girerken:

اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ خَيْرَ الْمَوْلَجِ وَخَيْرَ الْمَخْرَجِ بِسْمِ اللَّهِ وَلَجْنَا وَبِسْمِ اللَّهِ خَرَجْنَا وَعَلَى اللَّهِ رَبِّنَا تَوَكَّلْنَا ثُمَّ لِيُسَلِّمْ عَلَى أَهْلِهِ

"Allah'ım! Her giriş ve çıkışımda senden hayır diliyorum. Allah'ın adıyla evimize girer, Allah'ın adıyla çıkarız ve sadece Rabbimize dayanıp güveniriz. Sonra da ev halkına selam versin."[12]

 

Evden çıkarken:

بِسْمِ اللَّهِ تَوَكَّلْتُ عَلَى اللهِ لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللهِ

"Allah'ın adını anarak (evimden çıkıyorum) ben, Allah'a dayanıp tevekkül ettim. (Her türlü bela, musibet ve olumsuzluklardan uzaklaşmak; hayır ve güzelliklere nail olmak ancak Yüce ve azamet sahibi) Allah'ın havl ve kuvvetiyledir."[13]

 

Helâya Girerken

Helâ, banyo, hamam vb. yerler necaset ve pis kokuların bulunduğu mekânlardır. Eskiye nazaran günümüzde temizlik malzemeleri daha çok gelişmiş olmasına rağmen bu mekânların evin diğer yerleri kadar temiz tutulmaları mümkün görünmemektedir. En azından psikolojik açıdan yeterince temiz olmadıkları duygusu hep hâkimdir. Ve insanlara psikolojik açıdan zarar veren, başta cinler olmak üzere, şer ruhlar bu tür yerlerde daha çok bulunurlar, buralar onların hâkimiyet sahasıdır. Hatta bazılarının gıdası necis şeylerdir ve pis kokulardan hoşlanırlar.

İşte bu yerlere girerken zarar görmeden çıkabilmek için Efendimiz (s.a.s.) şu duaları okur ve ümmetine talim buyururdu:

 

اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ الْخُبُثِ وَالْخَبَائِثِ

"Allah'ım! Her türlü pislikten ve pis olan şeylerden (bütün şeytanların şerrinden) sana sığınırım."[14]

Helâdan çıkarken ise şu duayı okurdu:

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنِّي الْأَذَى وَعَافَانِي

"Benden eziyeti gideren ve afiyet ihsan eden Allah'a hamdolsun."[15]

 

Yola Çıkarken

Ne kadar konforlu olursa olsun, her yolculuk beraberinde bazı sıkıntılar taşımaktadır. Her ayrılık acıdır, ister evdeki kediden olsun ister canandan... Ayrıca yolculuklar sürprizlere gebedir, yabancı diyarlarda ne ile karşılaşacağımızı bilemeyiz, gidip dönmemek de var... Geride kalanlar için de ayrılık her zaman acıdır. Hele yolculuğa çıkan evin reisi baba veya temel direği anne ya da evin ciğerpareleri evlatlar ise... Bu ve benzeri durumlardan ötürü her yolculuk bir dua vaktidir. Onun için Efendimiz (s.a.s.) yola çıkmadan dua ettiği gibi, yolculuk boyunca veya oraya vardıktan sonra ya da nahoş bir durumla karşılaşınca, hatta bir yüksekliğe çıktığında veya indiğinde çeşitli dualar etmiştir. Biz sadece yolculuğa çıkmadan yaptığı dualardan birini kaydetmek istiyoruz: "Üç defa 'elhamdülillah', üç defa 'Allahu ekber' der sonra şu dua ayetini okur:

سُبْحَانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُون

"Bu (vasıtayı) bizim hizmetimize veren Allah'ın şanı yücedir, yoksa biz buna takat getiremez, güç yetiremezdik. Biz elbette Rabbimize dönmekteyiz." (Zuhruf, 43/13–14)

اللَّهُمَّ أَنْتَ الصَّاحِبُ فِي السَّفَرِ وَالْخَلِيفَةُ فِي الْأَهْلِ اللَّهُمَّ ازْوِ لَنَا الْأَرْضَ وَهَوِّنْ عَلَيْنَا السَّفَرَ

"Allah'ın adıyla. Allah'ım! Yolculukta arkadaş, ailede vekil Sensin. Allah'ım! Bu seferimizde Senden birr u takva ve razı olduğun ameller istiyoruz. Allah'ım! Bu yolculuğun uzaklığını bize yaklaştır ve onu kolaylaştır."[16]

 

Aksırma / Hapşırma Esnasında

Tabiatımız icabı karşılaştığımız olaylardan biri de hapşırmadır. Yalnızken veya başkasının yanında, ya da başkası bizim yanımızda böyle bir durumla karşılaşabilir ve kaçınılmaz olarak sesli olduğundan etraftakiler duyar. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu durumda hapşıranın nasıl dua edeceğini ve yanındakilerin ona nasıl mukabelede bulunacağını uygulamalı bir şekilde göstermiş, bu şekilde davranmayanları da ikaz etmiştir. Dua ve cevabı kısaca şu şekildedir:

Aksıran kimsenin; 'Elhamdülillah' "Allah'a hamd olsun" demesi, onu işiten kimsenin de: 'Yerhamukellah' "Allah sana merhamet etsin" demesi gerekir. Aksıran kişi, kendisine 'Yerhamukeallah' denildiğini duyunca: 'yehdiyekumullah ve yüslihu balekum' "Allah bize ve size hidayet versin" veya "Yehdikumullahu ve yuslihu balekum" "Allah, size hidayet etsin ve işlerinizi düzeltsin" demelidir.[17]

 

Namazdan Sonra / Tesbihât

Duanın kabule en yakın olduğu zaman dilimlerinin ilk sıralarında, farz namazların hemen arkasında yer alan vakit yer almaktadır. Zira kişi dinin direği olan namazla günahlarından arınmış, secdeleriyle Rabbine en yakın yere ulaşmış, duygu yüklü bir ruh atmosferine girmiş ve henüz günah işlemeye fırsat bulamamıştır. Bu durumu elbette iyi değerlendirmek gerekir. Yapılacak en güzel şey, değer ölçümüz olan duaya sarılmak ve evrensel koroya katılıp Rabbimizi tesbih etmektir. İşte ilk dönemlerden günümüze kadar uygulanan namaz tesbihâtı, tesbih, hamd, tekbir, salâvat, esma-i hüsna gibi dua ve zikrin değişik şekil ve unsurlarının yanında, başlı başına bağımsız bir dua kısmını da ihtiva etmesiyle yapılacak bu en güzel işin tanzim edilmiş şeklidir. Tesbihat genelde bilindiği ve konuyla ilgili mecmualar tertip edildiği için fazla teferruata girmek istemiyoruz.

 

Akşam Olduğunda

Güneş doğarken, sabahın ilk vakitlerini değişik dualarla taçlandıran Allah Resulü, güneş batarken ve ortalığa karanlık çökerken de dua ederdi. Adetâ bu dualar O'nun gündüzünün ve gecesinin kandilleri olurdu. Ve O, kandilleri yakmayı hiç ihmal etmezdi. Ezcümle şöyle derdi:

اللَّهُمَّ إِنِّي أَصْبَحْتُ أُشْهِدُكَ وَأُشْهِدُ حَمَلَةَ عَرْشِكَ وَمَلَائِكَتَكَ وَجَمِيعَ خَلْقِكَ أَنَّكَ أَنْتَ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُكَ وَرَسُولُكَ

"Allah'ım! Sen'den başka ilah olmadığına, birliğine ve şerikin olmadığına ve Muhammed'in Sen'in kulun ve Rasulün olduğuna, Sen'i, hamele-i arşını, meleklerini ve bütün mahlukâtını şahit tutarak akşamladım."[18]

 

Uykudan Önce

Uyku ölümün küçük kardeşidir.[19] İnsan uykuya girerken bu şuur içinde girmelidir. Zira bu göz kapayış, onun için dünyaya ait bir son olabilir. Öyle ise yatağa gafletle değil, uyanık bir şuur ve dikkatle girmelidir.

Allah Resulü (s.a.s.) yatağa girmeden evvel çoğu zaman şunları okurdu: Bakara sûresinin baş kısmı ve son üç âyeti (amenerrasulü)[20], Âyet'el-Kürsî[21], Yâsîn sûresi[22], Secde sûresi[23] ve Mülk sûresi.[24] Ardından üçer defa olmak üzere İhlas ve Muavvizeteyn sûrelerini ve bir defa da Kâfirûn sûresini okur[25]; sonra da ellerini birleştirerek avucuna üfürür ve ellerini vücudunun ulaşabildiği her noktaya sürerdi.[26] Başka dualar da okuduğu hadis kitaplarında rivayet edilmektedir.

Yatağına girdikten sonra da 33 defa 'Sübhanallah', 33 defa 'Elhamdülillah' ve 33 (bir rivayette 34) defa 'Allahu ekber' der ardından da birçok dua okurlardı.[27] Bu dualardan birisi de şudur:

اَللَّهُمَّ أَسْلَمْتُ وَجْهِي إِلَيْكَ وَفَوَّضْتُ أَمْرِي إِلَيْكَ وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِي إِلَيْكَ رَغْبَةً وَرَهْبَةً إِلَيْكَ لَا مَلْجَأَ وَلَا مَنْجَا مِنْكَ إِلَّا إِلَيْكَ اللَّهُمَّ آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِي أَنْزَلْتَ وَبِنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ

"Yüzümü Sana çeviriyor ve işlerimi Sana havale ediyorum. Hem korkarak hem de ümit ederek sırtımı Sana dayıyorum. Senden ancak yine Sana sığınılır, başka sığınak yoktur. Allah'ım! İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Nebî'ye îmân ettim."[28]

 

Gece ve Seher Vakti

Dua, hemen her yer, zaman ve pozisyonda yapılabilir. Ancak Kur'ân ve hadiste, seher vakitlerinde dua ve istiğfarda bulunulması tavsiye ve teşvik edilmiştir. Cennet ehli ve öte dünya nimetlerine nail olanlar anlatılırken bu durum, özellikle hatırlatılmıştır.

"Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah görmektedir)" (Al-i İmran, 3/17)

"(Cennetlikler) geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi." (Zariyat, 51/17–18)

Seherlerin dua için tercih edilmeleri bazı sebeplere dayanmaktadır. Sükûnet ve müsbet duygu yoğunluğunun yanı sıra, o saatlerde Rabb'in dünya semasına nüzûl buyurması ve her gece var olan icabet saati, tercih edici faktörlerin başında gelmektedir. Gecenin belli bir saatinden sonra, uyku ve rahatını terk edip namaz kılan, Kur'ân okuyan ve günahlarına gözyaşı döken mü'minin kalbi yumuşamış ve dua fırsatını yakalamıştır. Nitekim Rahmet nebisi, "Kalbiniz merhametle yumuşadığı zaman dua etme fırsatını kaçırmayın. Çünkü kalp yumuşaklığı Allah'ın rahmetindendir"[29] buyurmaktadır. Zaten insana düşen, İlahî rahmet ve merhamete davetiye çıkarmak, rahmet kapısını çalmak, yani dua etmektir. Şems-i Tebrizî (645/1247) şöyle diyor: "Rahmet deryası daima coşmak, dalgalanmak ister. Bunu yapacak olan da senin yalvarman, ağlayıp feryad etmendir. Senin gamının bulutları gelmeyince İlahî marifetin deryası dalgalanmaz, coşup köpürmez."[30] İşte gece ibadetini takip eden seher vakti, böyle bir fırsatın doğduğu an, yani rahmet kapısını çalmanın tam zamanıdır.

Peygamber Efendimiz teheccüd namazı için kalkışını şu duâ ile süslerdi:

اللَّهُمَّ رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ قَيِّمُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ

"Allah'ım! Sana hamdolsun. Sen semâları, yeri ve içindekileri ayakta tutan 'Kayyûm'sun. Sana hamdolsun. Sen semâların, yerin ve içindekilerin hakiki sahibi olan Melik'sin. Sana hamdolsun, Sen semâların, yerin ve içindekilerin Nûrusun..."[31]

Geceleri, gıyaplarında, ashabına dua etmeyi de ihmal etmezdi. Gıyabında başkası için yapılan dua kişiye günahsız dille dua etme şeklinde nitelendirilmiştir. Günah işleyen kimseye gıyabında dua edilirse, o kimse günahsız bir dille dua etmiş olur. Çünkü dua eden, işlenen günahtan sorumlu değildir. Ebû Said el-Hudrî (r.a.), "Bir gün, akşamdan sabah fecir doğuncaya kadar Resülullah (s.a.s.)'ın gece ibadetini gözledim. "Allah'ım! Osman b. Affan... Ben ondan razıyım." diye dua ettiğini gördüm," diyor.[32]

Enes b. Malik de geceleri birbirlerine şöyle dua ettiklerini söyler: "Allah size iyi kişilerin namazını ihsan etsin. Onlar ki, gece ibadet eder, gündüz oruç tutar ve günah işlemezler."[33]

 

Sonuç

Bu kısımda Peygamber Efendimiz (s.a.s.) in günün her saatine yayılan ve bazen sayıları yüzleri aşan tevbe ve istiğfarlarından söz etmek istiyoruz. Bilindiği gibi -eğer varsa- O'nun gelmiş geçmiş bütün günahları affedilmişti (Fetih, 48/2). Buna rağmen gün içinde sık sık tevbe istiğfar eder ve "Allah'ım! Bana mağfiret ve merhamet et, şüphesiz Sen merhametlilerin en merhametlisisin" derdi. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: "Gerçek şu ki, bazen kalbime bulanıklık çöküyor. Ve şüphesiz ki ben, Allah'a günde yüz defa istiğfar ederim."[34] Bu hadis-i şerif şu şekilde yorumlanmıştır:

  1. Efendimiz (s.a.s.) manevî derecelerinde devamlı yükselmekteydi; bir makamdan daha üst makamlara yükseldikçe, evvelki makamdan ötürü istiğfar ederdi.
  2. Kul ubudiyet makamlarından hangisinde bulunursa bulunsun, onun bu hali, Allah'ın kibriya ve celaliyle karşılaştırıldığında yeterli değildir. İşte Cenab-ı Hakk'ın Efendimize hitaben "Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve hem kendi günahların hem de mümin erkek ve mümin kadınların günahları için istiğfar et!" (Muhammed, 47/19) buyurmasındaki sır da budur. Zira Efendimizin makamları ne kadar yüksek olsa da, kendisine devamlı olarak daha yüksek makamlar gösterilmekte ve O, önceki makamların Allah'a karşı lâyık bir kulluk makamı olmadığını anlayarak devamlı istiğfar etmekteydi.

Efendimizin bu durumu bizleri tevbe ve istiğfara teşvik etmenin yanında O'nun müstesna konumuna uygun bir şekilde yorumlanması gerekir.

 

[1] Cürcanî, Ta'rifat, Tesbih md.

[2] Tirmizî, Daavat, 1.

[3] Deylemî, el-Firdevs, II, 224.

[4] Müslim, Salat, 215; Nesaî, Mevakit, 35.

[5] F. Gülen, Sosuz Nur, II, 252.

[6] Ebû Davud, Edep, 101; Tirmizî, Daavat, 79.

[7] Kenzu'l-Ummal, XIII, 504.

[8] Müsned, I, 412.

[9] Ebu Davud, L;bas, 11.

[10] Ebû Davud, At'ime:15.

[11] Buharî, Ezân, 8.

[12] Ebû Davud, Edeb, 112.

[13] Tirmizî, Daavat, 34.

[14] İbn Mace, Taharet, 9.

[15] İbn Mace, Taharet, 10.

[16] Müslim, Hacc, 425; Tirmizî, Daavat, 41.

[17] Buharî, Edep, 125.

[18] Ebû Davud, Edep, 101.

[19] Ebû Nuaym Hilye, VII, 90.

[20] Darimî, Fezailu'l-Kur'an, 14.

[21] Tirmizî, Fezailu'l-Kur'an, 2.

[22] Mecmau'z-Zevaid, VII, 97.

[23] Tirmizî, Fezailu'l-Kur'an, 8.

[24] Tirmizî, Fezailu'l-Kur'an, 8.

[25] Ebû Davud, Edep, 108; Tirmizî, Daavat, 22.

[26] Tirmizî, Daavat, 21.

[27] Buharî, Daavat, 11; Müslim, Zikir, 80.

[28] Buharî, Daavat, 6–7; Tirmizî, Daavat, 16.

[29] Aclûnî, Keşfu'l- Hafa, I, 149; Ayrıca bkz. Sühreverdî, Avarifu'l- Maarif, 22. bab, s. 224.

[30] Şems-i Tebrizî, Makalat, I, 351

[31] Buharî, Teheccüd, 1; Müsned, I, 358.

[32] Ebû Ca'fer Ahmet et- Taberî, er-Riyadu'n- Nedire fi Menakibi'l- Aşere, III, 29.

[33] Ebû Nuaym, Hilye, II, 34.

[34] Müslim, Zikir: 41; Ebû Davud, Vitr: 26.

Author: Prof.Dr. Abdülhakim YÜCE - min read. - Post Date: 10/30/2022