Editörden: İbadet: Sadece Allah'a Kulluk





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 10/16/2022
Clap

İbâdet; imânla hedeflenen dünya ve ahiret saâdeti gibi hususları elde etmek için, bizlere imânı emreden Zât’ın, açıp önümüze sürdüğü bir kavuşma yolu ve bir vuslat âdâbıdır.

İbadet kelime olarak kulluk, anlamına gelir. Dindeki manası ise kulluk vazifelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek yani Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak demektir.

İbadet; “Hâlis bir niyetle, sevap beklemek üzere, Allah’a yakın olmayı düşünerek yapılan taat”tir. İbadet dediğimiz zaman, hem taat hem de kurbet, yani Allah’a yaklaşma mânâsı bunun içinde düşünülür.

İbadet, yani “Allah’a kulluk” en genel anlamda; Allah’ın insana vermiş olduğu sonsuz nimetlere karşı insanın O’na boyun eğmesi, O’nu tanıması ve O’nun buyruklarını yerine getirmesidir.

İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu, acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.(9. Söz 2. nükte)

İbadet: İnsanın bütün benliğiyle, bütün duygularıyla, iç ve dış bütün havassıyla, fikrî melekeleri, his âlemi, kafası ve lisanıyla Allah’a yönelmekten ibaret olan sistemli bir hareket tarzına denir. Bu mânâya geldiği için de ibadetin bozuk bir Türkçeyle “tapmak-tapınmak” şeklinde tabir ve tercüme edilmesine imkân yoktur. Tapmak ve tapınmak; daha ziyade şuursuzca, niyetsiz ve sistemsiz yapılan hareketlere denir. Eski mâbudlara, ilâhlara, modern firavunların heykelleri ve resimleri karşısında yapılan boyun eğmelere dilimizde tapınma ve tapma dense bile kat’iyen, ibadet denemez. Çünkü ibadet, Zât-ı Ecell-i A’lâ’ya hastır.

İbadetin manası hakkında şunlar da söylenebilir: Allah korkusuyla kalbi tir tir titreyip, ümitleri temelinden yıkılacağı endişesini taşıyan bir insan sıkıldığı zaman yine Allah’a müracaat eder. İşte bu korkuda, alabildiğine derin, alabildiğine sınırsız bir lezzet vardır. Korkuda bu kadar lezzet olursa muhabbetin lezzetini varın siz kıyas edin. Öyleyse Allah’a kulluk, alabildiğine bir korkunun yanında alabildiğine bir muhabbetle yapılır. Ve ibadet dediğimiz vazife de, bir bakıma birbirine zıt gibi görünen bu şeylerin bileşiminden ibarettir. Kulluğun içinde, korkudan ummanların çağladığını, muhabbetin dalga dalga mevcelendiğini, derin bir saygının, hudutsuz bir huzurun esip durduğunu, dalgalanıp ruhu sardığını müşâhede ve mülâhaza ederiz ki, biz buna ibadet diyoruz.

Acz ve zilletini idrak edemeyen, rahmetin ve ümidin ne kadar kıymetli olduğunu bilmeyen kimse kem tali’ ve ibadetin neşvesini kavrayamamış kimsedir. Evet, ibadetin ruhunda hem yüzü yere sürme, Allah’ın rahmetine bel bağlama, ümitlenme, hem de ümitlerini kaybetme endişesiyle tir tir titreme vardır. Hem büyük bir endişe hem de yanında alabildiğine neşe iç içedir. Endişeyle neşeyi bir araya getirdiğiniz zaman, Mevlâ’nın huzurunda olduğunuza inanabilir, korku ve ümit dengesini kurmuş sayılabilirsiniz. Ama bir tarafta burnunu dikip gezen kibirliler, korku nedir bilmeyen nikbinler, her şeyi Bektaşî iyimserliği içinde görenler, kuruntulara bağlananlar, diğer yandan da ümitsizlik içinde yaşayan me’yuslar, kulluk şerefindeki ulviyetin ne demek olduğunu idrak edemeyen zavallılar hiçbir zaman bu neşve ve bu huzuru duyamazlar.

Kul namazda إِيَّاكَ نَعْبُدُ “Yalnız Sana ibadet ederiz” derken; “Senin izzetini düşünerek zilletimle; azametini düşünerek hakirliğimle huzuruna geldim.

Senin için belimi de kırıyor, boynumu da büküyorum. Gururumu, Sana yapılan secdenin ruhanîliğiyle ayaklar altına alıyor ve yüzümü yerlere sürüyorum. Çünkü Sen Mâbud’sun, ben abdim, Sen Hâlık’sın ben mahlukum. Bütün fakirliğimi ilân ederek Senin huzuruna geldim. Çünkü Sen bana bir akıl, bir meyil, bir şuur verdin ve bunları topladın, vicdanıma rükün yaptın. Vicdanım Sana karşı minnet ve senâlarını eda etmek istiyor. Bütün kâinat şahit olsun ki, ben kulum ve işte bununla şeref duyuyorum.” Diye düşünür. (f.ü.m.)

İbâdet kavramı, Kur'an'da en çok kullanılan kavramlardan birisidir. Bu kavram, Kur'an'da isim, fiil ve masdar şeklinde 256 defa geçer.

İbadet; cinlerin ve insanların yaratılış gayesi, Allah’ın açık emri ve kesintisiz yapılması gereken bir vazifedir. Ayet-i kerimede; وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالإِنْسَ إِلاَّ لِيَعْبُدُون “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat sûresi, 56) buyruluyor.

İnsanın ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir. (5. Söz)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Ey insanlar! Hem sizi, hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla her türlü zarardan korunmayı ümid edebilirsiniz.(Bakara-21)

Kulluk bir yoldur; insan o yolda olmaza O'na varamaz. Daimi Rabbimiz olan Allah’a daima kullukta bulunmalıyız. İbadet arasıra yapılacak bir davranış biçimi değildir. وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ Sana ölüm gelip çatıncaya kadar da Rabbine ibadet et. (Hicr-99) buyrulmaktadır.

رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ O gökle-rin, yerin ve o ikisinin arasında olan her şeyin Rabbidir. Öyleyse yalnız O’na kulluk et. O’na ibadetinde sabır ve sebat göster. (Meryem-65)

إِنَّنِي أَنَا اللهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلاَةَ لِذِكْرِي “Muhakkak ki Ben’im gerçek İlah. Benden başka yoktur ilah. O halde sen de yalnız Bana ibadet et! Beni anmak için namazı eda et! (Taha-14)

***

İbâdet, “Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirip yaşama ve kulluk sorumluluklarını temsil etme mânâlarına gelir. Ubûdiyet, kul olma ve kölelik şuuru içinde bulunma” şeklinde yorumlanmıştır. İbâdet ve ubûdiyet arasında şöyle ince bir fark söz konusudur: Meşakkat ve külfetle edâ edilip, havf ve recâ derinlikleri bulunan niyet ve ihlâs yörüngeli bütün mâlî ve bedenî mükellefiyetler birer ibâdet; îfâsında bu türlü buudların söz konusu olmadığı iş ve vazifeler de birer ubûdiyettir.

Ayrıca sofîlerden bir kısmı, ibâdeti avamın kulluk hizmeti, ubûdiyeti şuur ve basîret insanlarının îfa ettiği vazife, ubûdeti de saflar üstü safların sorumluluklarını yerine getirmeleri şeklinde tarif etmişlerdir ki; birincisi, mücahede insanının işi, ikincisi aşılmaz zorlukları göğüsleyen civanmertlerin tavrı, üçüncüsü de, kalb ve ruhlarının enginlikleri ile Hakk’a müteveccih olanların hâli olarak yorumlanabilir.

İbadet irade, azim, niyet ve hulûsa göre aşağıdaki bölümlere ayrılır:

  1. Sırf cennet arzu ve iştiyakıyle îfâ edilen ibâdetler.
  2. Cehennem korkusu ve endişesiyle yerine getirilen sorumluluklar.
  3. Mehâbet, mehâfet ve muhabbet duygusuyla edâ edilen vazifeler.
  4. Abd-Mâbûd, Hâlık-mahlûk münasebetlerinin gereği olarak temsil edilen hizmetler..

Bir ölçüde bu tasnife ışık tutması bakımından, Râbiatü’l-Adeviyye’nin: “Yâ Rab, kurb-i cemâline yemin ederim ki, ben Sana ne cehennem korkusu ne de cennet arzu ve iştiyakıyle ibâdet etmedim.. ben, Sen Sen olduğun için Sana ibâdet ettim.” sözleri bu konuda ölçü gibidir.

Hangi şekliyle olursa olsun kulluk, insanın şerefinin rengi ve ona bahşedilmiş en büyük pâyedir. Esasındaki sürekliliği itibarıyla onu aşan ve onun önüne geçen, fakat sürekli olmayan en büyük ilâhî pâyelere bile bir mânâda fâikiyeti vardır; fâikiyeti vardır ki, Allah O Rehber-i Küll ve Muktedâ-yı Ekmel’ini, sözlerin en ekmeli içinde anarken, önce “عَبْدُهُ ” “O’nun kulu” demiş, sonra “ رَسُولُه ” “O’nun elçisi” sözüyle bu mübarek cümleyi taçlandırmıştır.

Hz. Mevlânâ da, söz sultanlığı, zamanı aşmışlığı ve baş döndüren derinlikleriyle değil, kulluğuyla övünür, kulluğuyla coşar ve şöyle haykırır:

“Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum.

Kullar âzad olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.”

Cüneyd-i Bağdâdî de: “Kul, Allah’tan başka şeylerin esâretinden sıyrılmadıkça gerçek kulluğa eremez.” tembihinde bulunur.(k.z.t)

Ubûdiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubûdiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi, rıza-yı Hak'tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir.(17. Lema 13. Nota 2. mesele)

 

İbadeti çok geniş olarak ele almak icap eder.

İbadet; namaz, oruç, zekât, hac nevinden yaptığımız amellerin yanında, Allah yolunda duyulan, hissedilen, yaşanan ve yapılan şeylerin insan hayatı ve insan tabiatıyla bütünleşmesi ve yaşanan bu yolun şehrah haline gelmesi demektir. Aynı güzargahta sürekli çalışan bir şoförün, o yolun hangi km.sinde kavis, viraj vs. olduğunu çok iyi bilmesi gibi insanın, kulluğu o şekilde duyması, yakından tanıması ve kulluk yolunun insanı şaşırtmayacak kadar işlek bir yol haline gelmesini sağlaması da çok önemlidir.

Namaz bir ibadet, oruç bir ibadet, hac bir ibadet.. Hatta naslara müracaat etmeden niyet esintisiyle yapılan şey de bir ibadettir. İbâdetin en fazîletlisi Allah’ı (c.c.) bilip, Allah’ı (c.c.) sevmek ve insanlara faydalı olmaktır.

İbâdet; imânla hedeflenen dünya ve ahiret saâdeti gibi hususları elde etmek için, bizlere imânı emreden Zât’ın, açıp önümüze sürdüğü bir kavuşma yolu ve bir vuslat âdâbıdır. Bu yolu bulamayanların, bu âdâbı elde edemeyenlerin Hakk’a ulaşmaları mümkün değildir.

İbâdet; Cennet’e ehil hâle gelme keyfiyetini araştırma yolunda, insan rûhunda saklı bulunan meleklik istidâdının geliştirilip inkişâf ettirilmesi, bedenî ve hayvânî kabiliyetlerin de kontrol altına alınmasından ibarettir.

İbadet, geçmişte verilen nimetlere karşı bir şükür, gelecekte verilecek nimetler için de bir dua ve yakarıştır.

Allah (c.c) Ey insanlar! Rabbinize ibadet ediniz ki arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki sizlere rızık olmak üzere, yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyle ise Allah'a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah'tan başka mabud ve halıkınız yoktur." (Bakara:21-22) buyurmaktadır.

İbadet büyük ve karlı bir ticaret ve saadettir. Âhiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah'a asker olmaktadır. (3.söz)

Efendimiz (S.A.S) “العِبَادَةُ في الهَرْجِ كهِجْرةٍ إلَيَّ - Etrafta fitne ve fesat kol gezerken ibadetlerini tastamam ifa etmek tıpkı bana, benim için hicret etmek gibidir. (Müslim, Fiten 130) buyurmuşlardır.

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 10/16/2022