Devletin Çok Evliliği Yasaklama Yetkisi Var mı? (Fetva Sorunu Yazıları -7)





Author: Dr. Ahmet KURUCAN - min read. - Post Date: 06/01/2022
Clap

Zihinlerde oturmamış fıkıh/hukuk düşüncesinin insana söylettiği sözler -ne yazık ki- hakimdir toplumumuzda. Böyle olunca Müslüman her ne kadar yürürlükte olmasa ve hukuki bir müeyyidesi bulunmasa da ...

İmam nikâhı kavramının Osmanlı’dan başlayarak günümüze uzanan tarihi sürecini anlatmış, kanunen yasaklanmasına rağmen bu işlemin devam etmesinde kalmıştık.

Sorularla başlayayım: Devletin çok evliliği yasaklama yetkisi var mı? Allah’ın kutsal beyanında cevaz verdiği, “İkişer üçer dörder evlenebilirsiniz” dediği bir uygulamayı devlet hangi hak ve yetki ile yasaklayabilir? Diyelim ki yasakladı, evleneceği kadının rızası istikametinde kanuna karşı hile yaparak ya da cezai müeyyidelerini göze alarak Müslüman bir erkek imam nikâhı ile evlilik yapamaz mı?

İlk soru ilmi mirasımız içinde çok yoğun tartışmaların olduğu bir konudur. Güncelliğini hiç yitirmediği için de tartışmalar hâlâ daha devam etmektedir. Müstakil nice çalışmaların yapıldığı, master ve doktora tezlerine konu olan bu hususu köşe yazısının hacmi içinde anlatmak zor. Ama deneyeceğim.

İki ayrı açıdan ele alabilirim konuyu. İlki gerçekten Nisa sûresi 3. âyette geçen “Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın.” beyanıyla Allah çok evliliği emir mi ediyor, tavsiyede mi bulunuyor yoksa o sosyo-kültürel ortamda var olan bir şeyi konjonktürel olarak kabul mü ediyor? Daha farklı bir ifadeyle şöyle diyebilirim, bu beyan Allah’ın normatif/teklifi alanda bir emri veya tavsiyesi midir yoksa nüzul toplumu içinde zaten uygulanagelen bir âdeti kabulü müdür? Soruların devamı var ama yeri burası değil. Bunu ilerleyen zamanlarda müstakil bir yazı silsilesinde ayrıca ele alabilirim.

İkinci açı fetva sorunu yazı dizisinin geldiği bu noktada hemen cevaplanması gereken bir husus. Kısaca ifade etmeye çalışayım. Devletin ya da toplumsal birlikteliği yürütme adına herkesin kabullendiği sözleşme kurallarını hayata taşıma makamında bulunan otoritenin çok evliliği yasaklama hakkı konusunda ulema ikiye ayrılır. Gazete köşesinde yazıyorum, fakındayım, birçok kavrama okuyucularımız muttali olmayabilir ama ulemanın görüşlerini anlayabilmek onların meseleyi ele aldıkları usûl üzerinden anlatmakla mümkün. Dolayısıyla birazdan okuyacağınız satırlar Usûl-i Fıkh’ın hem kavramlarını kullanacak hem de ulemanın istinbat metodu ve düşünce üretim sistemini nazara verecek.

İlk grupta yer alan ulema cevaz ya da mübah alanı dediğimiz kapsam içindeki uygulamaları şer’î hüküm kategorisi içine koyar. Buna göre ef’al-i mükellefîn kendi içinde bir sıralama ile haram, mekruh, mendup, vacip ve mübah/cevaz kavramları ile ifade edilir. Çok evlilik mübah kategorisi içinde yer alır ama mübah da olsa tıpkı diğerleri gibi şer’î hükümdür ve devlet erki şer’î alana müdahale edemez, âyet, hadis ve sahabe uygulaması ve ulema içtihadı ile sabit olan çok evlilik hakkında farklı bir hüküm veremez.

İkinci grup ise tam aksini söyler. Onlar da çok evliliğin mübah ya da cevaz alanı içine giren fiillerden olduğunu kabullenir ama ulaştıkları sonuç şudur: Devlet erki bu alanda gördüğü lüzum üzerine geçici ya da daimi olarak sınırlama getirebilir veya bütünüyle yasaklayabilir. Uzun sözün kısası, Müslümanların fıkhında çok evliliği devlet hangi hak ve yetki ile yasaklayabilir sorusunun cevabı işte bu usûlî temel üzerinde tartışılır.

Benim bu konuda durduğum yer mübah alanda yerini alan eylemler üzerinde devlet erkinin yasaklama yetkisinin bulunduğu istikametindedir. Yalnız bunu derken söz konusu yasaklamanın toplumların iç ve dış hayat şartları, konuyu direkt ya da dolaylı olarak alâkadar eden lokal, bölgesel ve küresel faktörler, gelenek-görenek, örf ve âdetler, erkek-kadın nüfusu arasındaki oranlar ve benzeri başka sebeplere göre değişikliklere konu olabileceği gerçeğini gözardı etmiyorum. Aksine çok evliliği yasaklayan devletlerin siyasetçilerinden hukukçularına, sosyologlarından psikolog ve pedagoglarına varıncaya kadar konu ile teması bir şekilde bulunan bütün ilmi disiplinlerden uzmanların bir araya gelerek uzun tartışmaları neticesinde bu sonuca vardıklarını ve kanunlaştırmanın bu eksen üzerinde yapıldığını düşünüyorum. Bu bağlamda söz konusu yasaklamanın İslâm’ın ana umdesini teşkil eden İlâhi maksatlar ve insanların maslahatlarına aykırı olmadığı kanaatindeyim.

Daha farklı bir anlatımla, İslâmî değerlerin öncelendiği bir yasamanın söz konusu olduğu ve o yasaların yürürlükte olduğu bir zeminde bu yasaklamanın yapılabileceğinden söz ediyorum. Nitekim HAK olarak bilinen ve 1917’de yayınlanan Hukuk-u Aile Kararnamesinde kadının nikâh akdinde kocasına ömür boyunca başka birisi ile evlenmeyeceği şartını koşabileceği kayıt altına alınmıştır. Uygulama zamanı çok kısa olan bu kararname Cumhuriyet Türkiye’sine geçildiğinde çok evliliğin ancak hâkim izniyle yapılması önerisine konu olmuştur. Ahval-i Şahsiyye Komisyonunda getirilen bu hâkim izni önerisini kabullenilmemiş ve kanunen çok evlilik yasaklanmıştır. Aynı dönemlerde başka Müslüman ülkelerde de benzer uygulamalar vardır. İlk eşin izni ve rızası, hastalığı, kısırlığı, kocanın ekonomik gücünün yeterliliği gibi ilâve şartlar ileri sürülmüştür.

Burada asıl problem defalarca ifade ettiğim gibi İslâm fıkhının yürürlükte olmamasıdır. Şunu diyebilirsiniz, İslâm fıkhı yürürlükte olsaydı da yine çok evlilik sizin bu yazdıklarınıza ve tercihinize göre yasak olacaktı. Evet doğru ama Müslüman muhayyile bunu aşamıyor. İki sebep ileri sürüyor. Bir, yürürlükte olan hukuka benim hukukum diyemiyor. Aksine şunu diyor: “Şu anda ülkemizde, ‘dünyanın en tuhaf durumu’ yaşanmakta. Ülkemizin nüfusunun yüzde 99’u Müslüman’dır. Ancak gel görelim ki, bir tek ‘İslâmî kanun’ yoktur. Yani kaynağını doğrudan Kur’ân’dan ve hadisten alan bir tek kanun yoktur.” Sonra ilâve ediyor: “İtalya’dan ceza, İsviçre’den medeni, Almanya’dan ceza yargılaması, Fransa’dan idare hukukunu aldık.” Hatta daha kolay anlaşılsın düşüncesiyle bu durumu şöyle tablolaştırıyor: “Türk vatandaşı; İsviçre Medenî Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü yasalarına göre yargılanan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslâm hukukuna göre gömülen kişidir.” Zihinlerde oturmamış fıkıh/hukuk düşüncesinin insana söylettiği sözlerdir bunlar ama ne yazık ki bu zihniyet hakimdir toplumumuzda. Böyle olunca Müslüman her ne kadar yürürlükte olmasa ve hukuki bir müeyyidesi bulunmasa da fıkıh kitaplarından ya da fetvalardan seçtiği hükümlerle imam nikâhı ile ikinci evliliğini gönül rahatlığı içinde yapıyor.

Bu son cümle benim yukarıda iki sebep diye ifade ettiğim sebeplerin ikincisini oluşturuyor. O da şu: Müslüman’ın ikili, üçlü, dörtlü, beşli meşruiyet arayışı ve çabası. Kanunen yasak olan bir şeye dinen caiz demesi, ahlâken yanlış olan bir şeye nefsinde cevaz bulması ve işine nasıl geliyorsa onu ön plana çıkartıp ama’larla başlayan cümlelerle kendine alan açması. “Tamam kanunen yasak ama dinen caiz.” Veya “Doğru söylüyorsun ama ahlâken bir mahzuru yok.” Ya da “Haklı olabilirsin, bu konuda âyet ve hadis var ama bizim cemaatin hocası onlardan bu sonucu çıkartmıyor ve caiz diyor.” Ve nihayet: “Amenna ama hangi devirde yaşıyoruz, kim ne derse desin ben bunun caiz olduğuna inanıyorum.” Evet bunlar gündelik hayatımızda defalarca duyduğumuz belki kendimizin de söylediği cümleler değil mi?

Burada bırakayım. Bir sonraki yazımda nasip olursa hukuk sisteminde yasaklanmış olmasına rağmen kanuna karşı hile yaparak ya da cezai müeyyidelerini göze alarak Müslüman bir erkek imam nikâhı ile evlilik yapamaz mı sorusuna ele alacağım. Kaldı ki fetva sorunu seri yazılarının çıkış noktası zaten bu soruydu.

Author: Dr. Ahmet KURUCAN - min read. - Post Date: 06/01/2022