Fethullah Gülen ve Heyet İçtihadı





Author: Selman ZECCAC - min read. - Post Date: 11/02/2021
Clap

Bugün her şeyden ziyade hür düşünceyi kucaklayabilen, ilme ve ilmî araştırmalara açık olabilen, kâinattan hayata uzanan çizgide Kur’ân ve Sünnetullah arasındaki mutabakatı sezebilen engin sinelere ihtiyaç var. Bunu da şimdilerde ancak dehâ misyonunu yüklenen bir cemaat yapabilir.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ısrarla heyet içtihadına çağrı yapan âlimlerdendir.1 Gülen, halktan gelen sorulara cevap verdiği cami sohbetlerinde çok atıfta bulunduğu heyet içtihadını Fasıldan Fasıla serisinin dördüncü kitabında özlü bir şekilde ifade etmiştir. Gülen, İslâm Fıkhı başlığını taşıyan yazısında, önce fıkhın yeniden tenkih ve tanzim edilmesinin gerekliliği üzerinde durur. Bu çerçevede usûl-i fıkhın yeniden gözden geçirilip geliştirilmesinin/güncellenmesinin gerektiğine ve örfe dayalı içtihatların tekrar ele alınmasının lüzumuna dikkat çeker. Ayrıca Gülen’e göre içtihadî hükümlere ihtiyaç duyulan alanların çok iyi tespit edilmesi ve bu noktada herhangi bir boşluğa meydan verilmemesi çok önemlidir. Gülen bütün bunları bir heyetin yapmasının şart olduğunu da ekler. Ve Gülen bu fikri tam 25 yıldır savunduğunu söyler. Neden savunduğunu ise şöyle açıklar:

“Fikir dağınıklığına, merci karışıklığına sebebiyet verir düşüncesi ile de zarurî durumlar hariç, yeni içtihadî hükümler ortaya koymaya karşı olduğumu hep ifade ediyorum. Zira özellikle günümüzde meseleler, o kadar girift ve iç içe bir hâl arz etmektedir ki, hayatın bütününe müteallik hususların birden değerlendirilmesi gerekli olan meselelerde, ne kadar uzman da olunsa, her hâlde dar mânâda ‘din âlimleri’nin yeterli olamayacakları söylenebilir. Evet, bir din âliminin hem sosyolog hem psikolog hem iktisatçı vb. olamayacağına göre, o zaman bu işi ancak, uzman kişilerden oluşacak bir heyet halledebilir diye düşünüyorum.”2

Gülen 1979 yılında cami kürsüsünde kendisine sorulan bir soruya cevap verirken teşekkülünü beklediği bu heyetin neden gerekli olduğu ve heyeti oluşturan fertlerin özellikleri üzerinde durur. Gülen’e göre bu heyetin üyeleri, kalbi kafası kadar aydın, kafası da kalbi kadar aydın, fıkhı iyi bilmesinin yanında pozitif bilimleri de bilen insanlardan oluşur. Bu heyetin üyelerinin ilmî yeterliliği, füzeleri idare etmede Von Bravon, izafiye nazariyesiyle kendini devirlere kabul ettiren Aynştayn, fıkıhta Ebû Hanife, Arap dilinin inceliklerini kavramada İbn Mukaffa seviyesinde olmalıdır. Gülen bu heyet için, “işte çözemediğimiz bu meseleleri bu heyet çözecek ve onların vardıkları kararları icma sayacağız” der.

Gülen, içtihat gerektiren yeni meselelerde şimdi münferit konuşmaların olduğunu, kendisinin de bu güçlü omuzlar gelip bu işi omuzlayacakları zamana kadar âzamî derecede İslâm’ın ölçülerine riayet ederek fetva işini götürdüğünü, fakat kamu vicdanında itminan hâsıl edebilmesi için bunun bir cumhur ağzından çıkması gerektiğini yani bir icmaın söylemesi gerektiğini ifade eder. Çünkü toplumun verilen fetvaları gönül rahatlığıyla kabul etmesi ancak böyle bir heyetin teşekkülüyle mümkündür.3

Gülen, “tercih” içtihadının da bir heyet tarafından yapılmasını savunur. Fıkhî literatürdeki adıyla “ehl-i tercih” insanların yapabileceği, aklî ve naklî deliller açısından en güçlü olan hükmün tercih edilmesi işi ciddi bir iştir ve bu ciddi işin de bir heyet tarafından yapılması daha sağlıklı olacaktır.4

Gülen, bu heyetin, birden oluşmasını beklemenin yanlış olduğunu söyler. Bu heyetin insanları, “bir sünuhat kabîlinden, ihtiyaca binaen, zaman içinde hiç farkında olmadan akıp akıp gelecek ve ortaya çıkıverecektir.” Gülen’e göre bu faaliyetin içinde bencillik ve sun’îlik olmamalıdır; sun’îlik, riyakârlıktır.5 Ayrıca ona göre sadece idare ile ilgili meseleler değil bütün problemlerin çözümünde istişare ve kolektif şuur çok önemlidir.6

Gülen’e göre Fıkıh Usûlü İslâm âlimlerinin Kur’ân ve Sünnet’i anlamada geliştirdikleri dünyada benzeri olmayan ciddi bir ilim dalıdır. Bu metodoloji sayesinde her asrın Müslümanları Kur’ân ve Sünnet’in kendi zamanlarına bakan yanlarını alabilir ve geliştirebilirler. Ancak Gülen, içtihada ihtiyaç duyulan meselelerde sahasının uzmanı şahıslardan bir heyet teşkil edilerek bu içtihatları gerçekleştirmesini teklif eder. Böyle olduğu takdirde bir kişinin üstesinden gelemeyeceği bu ağır yük cemaatin omuzlarına yüklenmiş olacak ki onun da her zaman dalâlete düşmeyeceği garantisi söz konusudur.7

Gülen, Çizgimizi Hecelerken kitabında, Bediüzzaman’ın “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet şahs-ı mânevîye göre olur. Maddî, ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı”8 sözünü izah sadedinde yaptığı açıklamlarda heyet içtihadının felsefesini ortaya koyar. Gülen’e göre aslında Hz. Âdem’den bu yana zaman hep cemaat zamanıdır, dinler insanları hep ferdî hareketlerden sakındırıp cemaat halinde harekete teşvik etmişlerdir ancak günümüzde bu daha bir önemli hâle gelmiştir. İslâm, ferdin vicdanının cemaate rükün olabilecek hâle gelmesini sağlamış ve bunu da en kâmil şekilde gerçekleştirmiştir. Tarihte mücedditlerin ve müçtehitlerin yoğurdukları teknenin içindeki bütün ıstıfalar (tabiî ve fıtrî bir ıstıfa olmayıp doğrudan doğruya iradeye bağlı bir ıstıfa, bir seçilme ve bir saflaşma ile cemaat şuuruna varma) oluşa oluşa bugünkü hâlini almıştır ve bugünkü hâli alabilmesi de bir bakıma gayet tabiîdir. Çünkü günümüzde dünya, bütün devletleriyle tek bir devlet hâline gelmiştir. Televizyonlar, radyolar ve seri vasıtalar, insanların iletişim ve ulaşımını o kadar kolaylaştırmıştır ki, eskiden köyler arasında cereyan eden iletişim hızında, şimdi Japonya ile Türkiye arasında muhabere gerçekleşmektedir.

İşte bu durum, vicdan ve ruhlarda da cemaat şuurunun gelişmesini zarurî kılmaktadır. Ancak bugün, değişik hâdise ve cereyanlar karşısında toplumu yoğurup böyle heyetler oluşturmak, Allah’ın inâyetine vâbeste bir husustur ve o da bir mânâda vardır. Bu heyetler, Asr-ı Saadet’ten bugüne, Kur’ân-ı Kerim’in potasında, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kurduğu esaslar sayesinde yoğrula yoğrula belli bir seviyeye gelmiştir.

Şimdilerde bizler etrafımıza baktığımızda bunu gayet net olarak görmekteyiz. Dahası, Cenâb-ı Hakk’ın inâyetine kalmıştır.

Hocaefendi konuyu spesik örnekler vererek anlatmaya devam eder. Şöyle ki, daha evvelki devirlerde insanlar arasında, ilmî hayat, değişik doktrinler ve fikrî cereyanlar gelişmediği için, yığınlar, hakkı veya bâtılı temsil eden bir insanın arkasından sürüklenip gitmişlerdi. İnsanlar ayrı ayrı menbalardan ders almadıkları, farklı kaynaklardan su içmedikleri, toplumsal hayat belli standartlar içinde hapsolunduğu için bir fert bütün toplumu arkasından sürükleyip götürebilirdi. Bu, hak cephesinde böyle olduğu gibi bâtıl cephede de böyle olmuştur. Bundan da anlaşılmaktadır ki, eskiden cemaatler belli bir kültürle yetiştiklerinden daha saf oluyor, daha rahat sürüklenebiliyor ve bugünkü anlayışımızla onlar içinde kitle hâlet-i ruhiyesini heyecana getirmek ve kitle psikolojisinden istifade etmek daha rahat oluyordu.

Günümüzde ise herkes ayrı ayrı kültürlerden istifade edip ayrı kaynaklardan beslenmektedir. Bu kadar kültür farklılığı da hâliyle birçok akımın zuhuruna sebep olmaktadır. Bu itibarla da bugün yığınlar birbirinden kopuktur. Bu kopuk kopuk insanlar, tek başına allâme-i cihan, dâhi-i âzam da olsalar hiçbir şey yapamazlar. Ayrıca günümüz insanının gelişmiş olmasından ve bazı şeylere vukufundan ötürü enaniyete dayalı bir kopukluk içindedir ve herkes aslan gibi müstakillen hareket etmek istemektedir.

İşte Gülen tam da bundan dolayı, günümüzde insanları bir ve beraber hareket etme fikrine çağırmanın çok önem kazandığını ifade eder. Dünyadaki değişik dalâlet cereyanları, fikir birliği yapmak suretiyle aradaki mesafeleri kaldırmakta ve bir birlik kurmaya çalışmaktadırlar. Onun içindir ki, inanmış sineler sağlam bir vahdet teşekkül ettirerek kendilerini ifade etmeye çalışmalıdırlar. Ona göre böyle bir dönemde inananların sürtüşmesi dalâlettir, tuğyandır ve Allah’ın hakkımızda bir azabıdır.9

Gülen, The Muslim World dergisinde kendisine sorulan içtihatla alâkalı soruya verdiği cevapta önce fıkıh usulü eserlerindeki içtihat tarifini verir. Ardından içtihat kapısının kapalı olup olmadığına temas edip meseleyi heyet içtihadına getirir ve şöyle der:

“İçtihat, en son ve evrensel din olan İslâm’ın, farklı zaman dilimleri ve değişik coğrafyalarda sakin insanoğlunun karşısına çıkacak problemlere çözüm üretebilmesi için Kitap ve Sünnet’in sınırlı nasslarından sınırsız meselelere uzanmasının farklı bir unvanıdır. Efendimiz döneminde başlayan bu mübarek faaliyet, hususiyle de hicrî üçüncü ve dördüncü asırlarda, içtihat, re’y, istidlal, kıyas, istinbat unvanlarıyla hep işletilmiş, dinamik bir sistem olan İslâm’ın yaşanmasına bağlı sürekli canlı tutulabilmiş ve çok bereketli olmuştur.

Bir yandan bu aktif sistem hayattan kısmen dahi olsa dışlanıp, diğer yandan da o eski cevval dimağların, mevhibelere açık feyyaz ruhların, Kur’ân ve Sünnet’e âşina cins muhakemelerin yerini, bir kısım akletmeyen/edemeyen, muhakemesi kıt, Kur’ân ve Sünnet bilgisi adına yaya, ilhama kapalı liyakatsizler alınca, İslâm dünyasına has çok zengin ve fevkalâde orijinal bu hukuk kültürünün o velûd makamı da taklide, ezberciliğe veşablonculuğa kaldı.

Bu konuda, siyasî baskı, iç çekişmeler, bazı bâtıl ve sapık cereyanların bu konuyu maksat dışı noktalara çekmeleri, eskilerden tevarüs edilen o bereketli mirasa güvenilerek “dahasına gerek yok” denmesi, mevcut nizam ve ahengin insanları kör etmesi, bidat cereyanlara karşı uygulanan tehditlerin bazen müstaid ve kabiliyetli mü’minlere de uygulanması, evvelâ içtihat ruhunun kaybolmasına, sonra da o kapının kapanmasına sebebiyet vermiştir. Aslında o kapıyı kimse kapamadı, dini heva ve heveslerine göre yorumlayanlara meydan vermemek ve ehliyetsiz kimselerin hevalarını hüda göstermemeleri için bir kısım hakperest ulemanın o istikamette küçük bir arzuları olsa da o kapı, kendi kendine ehliyetsizlerin yüzüne kapandı. İçtihat edecek evsafta insan yetişmeyince içtihada karşı çıkanlara hak vermemek de mümkün değil.

Bugün insanlar büyük ölçüde sadece dünyayı düşünüyorlar. Fikirler ve kalbler bir hayli dağınık, zihinler mâneviyata yabancı, din ve diyanet selef döneminde olduğu gibi insanların birinci meselesi olmadan çıkmış “Olsa da olur, olmasa da” konumunda. İnsanlar oldukça lâubali ve dinin zaruriyatı ise ayaklar altında. Erkân-ı imaniye ve İslâmiye’ye kuşkuyla bakılıyor. Din harap, iman türab olmuş. Çoklarının, hayatlarını İslâmî çerçevede yaşama gibi herhangi bir cehd ü gayreti yok. İşte böyle bir atmosferde siz o kapıyı açsanız da hakkını vererek o dinamiği kullanacak kimselerin çıkacağı mümkün görünmüyor gibi.

Ama bütün bunlara rağmen İslâm dünyasında şimdilerde din ve diyanet adına göze çarpan diriliş, – inşaallah– çok yakın bir gelecekte ehil ve liyakati olanların o kapıyı açmalarıyla noktalanacağı ümidini beslemekteyiz. Mevsimi gelince, o feyyaz ruh ve cins dimağlar, ciddî bir sorumluluk duygusuyla kendi aralarında değişik ilim dallarında uzmanlaşmış kimselerden içtihat heyetleri, din şûraları teşkil ederek o boşluğu dolduracaklarına inancımız tamdır. Hele iman, İslâm ve ihsan yönüyle şu hamuru biraz daha karalım, görelim Mevlâm neyler...10 Gülen, sadece içtihat sahasında değil hayatın her alanında ferdî hareketlerden uzak durulmasını tavsiye eder. Veli olan zatlar bile toplulukla bütünleşmeli ve diğer insanlarla uyum içinde yaşamalıdır. Bir cami heyetinden belediye meclisine kadar heyetteki her fert, kendisinin ne kadar makul düşüncesi olursa olsun onu arkadaşlarına anlatıp onları ikna etmeye çalışması gerekir. Gülen’e göre “Esas olan kolektif şuurdur. İçtihat yapılacaksa da kolektif şuur; hadis yorumlanacak, Kur’ân tefsir edilecekse de takım halinde çalışma esastır. Milletine hizmet edecek olanlar da bu kolektif şuura bağlı hareket edenler olacaktır. Allah’ın rahmeti onların arasında; nıkmet ve azabı da dâhi bile olsa, yolu tek başına yürümeye çalışan, kendine yetme duygusuyla başını alıp bir tarafa gidenlerle beraber olacaktır.” Gülen’e göre bu asırda şahıs yok, şahs-ı mânevî vardır. Hatta o kadar ki velâyet, kutbiyet gibi manevi makamlar bile şahs-ı mânevîye verilmelidir. Ama şöyle böyle hizmet turnikesine önce girmiş insanlara saygıda kusur edilmemelidir.11

Sonuç olarak Gülen “Bugün her şeyden ziyade hür düşünceyi kucaklayabilen, ilme ve ilmî araştırmalara açık olabilen, kâinattan hayata uzanan çizgide Kur’ân ve Sünnetullah arasındaki mutabakatı sezebilen engin sinelere ihtiyaç var. Bunu da şimdilerde ancak dehâ misyonunu yüklenen bir cemaat yapabilir. Vâkıa eskiden bu büyük işler ferdî dehâlarla temsil ediliyordu.. ne var ki, her şeyin olabildiğince teferruata açıldığı ve ferd-i ferîdlerin dahi altından kalkamayacağı bir hâl aldığı günümüzde, artık dehânın yerini de şahs-ı mânevî, meşveret ve kolektif şuur almıştır.” der ve kolektif şuuru yeryüzü mirasçılarının altıncı adımına dâhil eder.12 

 

1 Arapça konuşan ulemanın el-İctihadu’l-Cemâi dedikleri içtihad şekline Türkçe’de toplu içtihad, kolektif içtihad, şura içtihadı, heyet içtihadı denebileceği gibi bu mazmunu ifade edebilecek başka isimler de verilebilir.
2 M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, Nil Yayınları, İstanbul 2011, s. 166-167.
3 M. Fethullah Gülen, Sorular ve Çıkış Yolları-108, 1979-08-31, Nil Prodoksiyon, İzmir.

4 M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, s. 290.

5 M. Fethullah Gülen, Fikir Atlası, s. 73-74.
6 M. Fethullah Gülen, Diriliş Çağrısı (Kırık Testi-6), s. 224.
7 M. Fethullah Gülen, Yol Mülâhazaları, (Prizma-6), İstanbul 2008, s. 154.
8 Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lâhikası, Şahdamar Yayınları, İstanbul 2007, s.2.

9 M. Fethullah Gülen, Çizgimizi Hecelerken, (Prizma-8), Nil Yayınları, İstanbul 2011, s. 52-56. 3

10 Akademi Araştırma Heyeti, Sağduyu Çağrısı, (Muslim World Dergisi Röportaj ve Makaleler), Işık Yayınları, İstanbul,2006, s. 168-169.

11 M. Fethullah Gülen, Kırık Testi-1, Nil Yayınları, İstanbul 2010, s. 119-124.

12 M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, Nil Yayınları, İstanbul 2010, s. 47. 5

Author: Selman ZECCAC - min read. - Post Date: 11/02/2021