Zilzal Suresi Tefsiri -2





Author: Yılmaz Yiğit - min read. - Post Date: 07/21/2021
Clap

Dil dediğimiz zaman akla ilk gelen husus İlahi Vahyin metin özelliklerinin tahlilidir. Bu bağlamda Zilzâl suresinde geçen bazı kelimelerin semantik açılımları, bu kelimelerin ayetlerdeki gramatik konumları, edebi açıdan bu kelime ve geçtikleri ayetlerin analizi, surenin ve suredeki bazı pasajların diğer Kur’ân sureleri ile olan münasebeti ile kelimelerin farklı okunuşları (kıraatı) ve bu farklı okunuşların çalışma konumuz olan surenin anlam potansiyeline katkıları üzerinde duracağız.

1.2. Surenin Dil Açısından Değerlendirilmesi

 

Bu başlık altında Kur’ân tefsirinin önemli yönlerinden biri olan dil üzerinde durulacaktır. Dil dediğimiz zaman akla ilk gelen husus İlahi Vahyin metin özelliklerinin tahlilidir. Bu bağlamda Zilzâl suresinde geçen bazı kelimelerin semantik açılımları, bu kelimelerin ayetlerdeki gramatik konumları, edebi açıdan bu kelime ve geçtikleri ayetlerin analizi, surenin ve suredeki bazı pasajların diğer Kur’ân sureleri ile olan münasebeti ile kelimelerin farklı okunuşları (kıraatı) ve bu farklı okunuşların çalışma konumuz olan surenin anlam potansiyeline katkıları üzerinde duracağız. 

 

1.2.1.Kelimelerin Analizi

 

Burada surenin anlamı açısından anahtar role sahip bazı kelimelerin üzerinde durulacaktır. Bu kelimelerin belli başlıları şunlardır: zilzâl, eskâl, evhâ, eştât, zerre, amel, amel defteri ve ameli salih’tir.

 

1.2.1.1. Zilzâl Kelimesi

 

Bu kelime geçtiği ilk ayetle birlikte bir bütün olarak ele alındığında zengin bir anlam hazinesi ile karşılaştığımızı hemen ifade etmeliyiz. Müfessirler kelime hakkında geniş bilgiler vermişler ve ayetteki konumu üzerinde fazlaca durmuşlardır. Bu sebeple biz de ilgili kelimeyi ayetin bağlamı çerçevesinde tahlil etmeye çalışacağız. 

 

“Yer alabildiğine hareket ettirildiği zaman kökünden hareket ettirildiği zaman/ İzâ zulzileti’l-ardu zilzâlaha” ayetini İmam Râzî Vakıa suresinin dördüncü ayetinde geçen “Yer bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman” ifadesiyle mukayese etmektedir. Râzî, zilzâl kelimesinin anlamıyla ilgili ismini zikretmediği bazı kimselerin yorumunu nakletmektedir:

 

Ayetteki fiil ile “hareket ettirme” manası değil, “yer hareket edip, kaynadığı zaman…” manası kastedilmiştir. Bunun delili ise, Allah Teala, yerden bahsederken bütün surelerde tıpkı hür ve kudret sahibi bir failden bahsettiği gibi bahsetmiştir. Bir de böyle olması daha fazla dehşet arz eder. Buna göre Hak Teala sanki “O cansız yer bile kıyamet koparken hareket etmeye başlarken, senin hareket etme ve gafletten uyanma zamanın gelmedi mi?” demek istemiştir. Bundan sonra Râzî Haşr suresinin 21. ayetini zikreder “O (dağı), Allah’ın haşyetinden paramparça olmuş ve korkmuş olarak görürsün.” 

 

Allame Elmalılı Hamdi Yazır ise zilzâl’i Türkçemize aktarırken “Yerin zangır zangır sarsıntısıdır” ifadesini kullanmaktadır. Buradan anlaşılan o ki Zilzâl suresinin girişinde fiil ve mastar olarak zikredilen zulzilet/zilzâl kelimeleri ile zilzâl’in tamlama şeklinde ayette yer alması Müfessir Âlûsî’nin de işaret ettiği gibi hakkında zerre kadar şüphe olmayan şiddetli bir sarsıntıyı göstermektedir. Yalnız bu sarsıntıdan sonra başka bir sarsıntı olmayacaktır. Konyalı Vehbi Hoca ise fiil mastar ilişkisinden bu sarsıntının kiraren miraren (tekrar tekrar) vuku bulup sonunda insanların hesaba çekileceği anlamını çıkarmaktadır. Çünkü zelle kelimesi ayağın sürçmesi ya da günah ya da mu’tad yapılan hareketler için kullanılırken tezelzele ya da zelzele ifadelerinde ze ve lam harflerinin tekrarı fiilin manasının tekrarına işaret etmektedir. Başka bir ifadeyle yer üzerinde ne varsa (dağ, taş, ağaç, bina…) hepsini atmadıkça sakinleşmeyecek tekrar be tekrar sallanacak ve bu sarsıntı yeryüzünün tamamını bütün şiddetiyle kaplayacaktır. Râzî bu sarsıntıyı şiddetli rüzgâr için kullanılan sarsar kelimesine benzetir ve büyüklüğünü belirtmek için Hac suresinin birinci ayetini bizlere hatırlatır: “Kıyametin sarsıntısı büyük bir şeydir.” Böylece Râzî ilk ayetin manasından insanların kalplerinin ürpereceğini ve yüreklerinin ağızlarına gelecek şekilde korkacaklarını iş’ar ettiğini hatırlatmaktadır. Bunlara ilaveten surede zilzâlaha (onun sarsıntısı) ifadesinde olduğu gibi sarsıntının yere izafeti söz konusu sarsıntının ne kadar büyük de olsa dünyaya ait bir hususiyet olacağına da delâlet etmektedir. Râzî bu yorumu desteklemek için kadim Arap şiirine başvurur ve oradan bir örnek verir: ekrame ettakiyyu ikrâmehu ve ehâne elfâsiku ihânetehu (Muttaki kendi iyiliğini yaptı; fasık da kendi hainliğini yaptı. Özetle herkes kendisine düşeni yaptı demektir. Yerin sallanması ise Allah Teala’nın hikmetinde o yere uygun bir tarzda cereyan etmiştir.

 

Zilzâl kelimesinin İngilizce çevirisine baktığımızda Arapça anlam dairesi paralelinde olduğunu görürüz. Sözgelimi Yusuf Ali, diğer mealcilerin aksine zelzeleyi convulsion kelimesi ile tercüme etmektedir. Buradaki ince espiri ise convulsion kelimesinin earthquake’e (zelzele) göre daha şiddetli bir sarsıntıyı içermesi ki bu da Yusuf Ali’nin mealindeki isabeti göstermektedir. Ayrıca bu kelimenin anlam hazinesi içerisinde “kontrolden çıkma” manası da vardır. Artık söz konusu sarsıntı tamamen o dehşetli günün sahibinin meşieti dairesinde cereyan etmektedir. Ancak O’nun emriyle duracak ya da sadece O müsaade ettiği sürece devam edecektir.

 

1.2.1.2. Eskâl Kelimesi

 

Müfessirlerimizin önemle üzerinde durdukları bir başka kelime ise ikinci ayette geçen eskâl’dir. Eskâl kelimesi sekal kelimesinin çoğuludur. “Ev eşyası” manasına gelen sekal ayrıca “yolcunun taşıdığı ağırlıklar” anlamına da gelmektedir. Bu eşyalar yolcunun muhafaza ettiği kıymetli eşyalarıdır. Nahl suresi yedinci ayette Yüce Allah “Sen eskâlini taşırsın” buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz’in “Size iki önemli emanet (sakaleyn) tevdi ediyorum; Allah’ın Kitab’ı ve Sünnetim” hadisi şeriflerinde de sakaleyn ifadesi kıymetli eşya anlamında kullanılmaktadır. Ölüler yerin içinde oldukları zaman sikalun lehâ yani “yerin ağırlığı” diye adlandırılır. Şayet yerin üzerinde iseler sikalun aleyhâ yani “üzerindeki ağırlık” şeklinde tarif edilmiştir. Hatta Kurtubî, çok kan döken (insan öldüren) kimseye Arapların “O kimse yeryüzünde bir ağırlık idi, öldüklerinde de yeryüzü onların ağırlığını sırtından indirdi.” dediklerini nakletmektedir. İnsan ve cinlere sekaleyn denmesinin bir sebebi de Râzî’nin ifadesiyle, yeryüzünün üzerinde veya içinde bu kimselerin bulunmasından ya da işledikleri günahların ağırlığından dolayıdır. Eskâl kelimesi (ث) harfinin esresiyle de okunmakta ve “karın yükü” anlamına gelmektedir. Bu kelimenin ölüler ya da definelere hamledilmesi mecaz kabîlindendir.

 

1.2.1.3. Evhâ (lehâ) İfadesi

 

Taberî evhâ kelimesinin anlam çerçevesini çizerken kendisinden sonra gelen tüm müfessirlerde olduğu gibi devamlı lehâ tamlamasıyla birlikte düşünmektedir. İlk izahı Mücâhid’in yorumu olarak veren Taberî’ye göre evhâ kelimesi أمر “emretti” anlamına gelmektedir. Bundan sonra da İnşikak suresinin dördüncü ayetini zikretmektedir: “Yer içindekileri dışarı atıp boşalttığında/ve elkat mâ fîhâ ve tehallet”. Evhâ, sadece emera manasına gelmemektedir. Taberî, Süfyân’dan yaptığı nakilde de evhâ lehâ’nın a’lemehâ (ona bildirdi) anlamı taşıdığını belirtmektedir. Evhâ’nın bir diğer müradifi de ezine (izin verdi) kelimesidir. Taberî son olarak evhâ lehâ’nın evhâ ileyhâ manasına geldiğini kîle lafzı ile nakletmektedir. İlginçtir ki bir satır sonra aynı yorumu İbn Abbas’a dayandırmaktadır. Râzî ise ayette evhâ ileyhâ yerine niçin evhâ lehâ denilmiştir şeklinde bir soru sormakta sonra da şu izahı getirmektedir: evhâ lehâ aslında evhâ ileyhâ takdirindedir. Bunun en sağlam delili de bir sonraki parağrafta zikredeceğimiz Accâc’ın şiiridir. Râzî’nin ikinci cevabı ise şöyledir: “Belki de Cenab-ı Hak, ‘bu vahyi sadece yer için yaptık.’ manasına evhâ lehâ buyurmuştur. Böylece yer, bunu, asilerden ötürü, içini dökmeye vesile etmiştir.”

 

Taberî’nin izinden giden Kurtubî evhâ lehâ ifadesiyle ilgili benzer izahları getirmektedir. Fakat Kurtubî’de ilave izahları da görmekteyiz. Kurtubî’ye göre Araplar lehâ’daki sıfat lam’ını ilâ harfi cerrinin yerine kullanmaktadırlar. Bu sebeple evhâ lehâ aslında evhâ ileyhâ anlamına gelmektedir. Kurtubî bu izahı desteklemek üzere yeryüzünü tavsif eden Accâc’ın bir şiirini delil olarak getirmektedir:

 

Vehâ lehâ’l-karâra festekarrat ve şeddehâ bi’r-râsiyâti’s-sübeti

 

“Ona karar bulmayı vahyetti, o da karar kıldı. Muazzam kazıklarla (dağlarla) onu bağladı (çalkalanmasını önledi).”

 

Görüldüğü üzere hemen hemen her müfessir evhâ lehâ’nın ileyhâ manasına geldiğini ispata çalışmaktadır. Kurtubî semantik açıdan evhâ kelimesiyle ilgili bir açıklamasında sehharahâ (onu musahhar kıldı) müteradifini zikretmektedir. Evhâ kelimesini ne kadar açıkladığı çok anlaşılmayan bu kelimeyle ilgili daha fazla izah zikretmemektedir. Son olarak Kurtubî, Süddi’nin bir görüşünü nakletmektedir: evhâ lehâ ifadesi kâle lehâ (ona dedi ki) anlamına gelmektedir. Şevkânî evhâ lehâ’nın izahı için daha pratik bir çözüm yolu önermektedir. Evhâ fiilinin bazen lam harfi, bazen de ilâ harfi cerriyle müteaddi olmaktadır. Bu izaha göre lehâ veya ileyhâ aslında aynı anlamdadır. Âlûsî ise, bienne rabbeke evhâ lehâ ifadesini açarken be harfi cerrini sebebiyye kabul ettiğimizde mana şu şekilde olur diyerek ayetin genel anlamını vermektedir: bisebebi îhâi rabbike lehâ (Rabbi’nin ona vahyi/emri sebebiyle). 

 

1.2.1.4. Eştât Kelimesi

 

Eştât kelimesi fırkalar demek olup şett kelimesinin çoğuludur. Ayette grup grup ya da bölük bölük anlamı verilmektedir. Taberî eştât kelimesini müteferrikîne ifadesiyle açıklamaktadır. Kurtubî ise eştât kelimesini izah ederken Rûm suresi 14. ayette belirtilen yevmeizin yeteferrekûn ya da aynı surenin 43. ayetindeki yevmeizin yassaddaûn ifadelerini kullanmaktadır ki bir manada dağınık gruplara işaret etmektedir. Âlûsî eştât ifadesinin insan topluluklarına veya tabakalarına delâlet ettiğini söyler ki her tabaka kendi grubuyla birlikte gelecek demektir. İyiler iylerle, kötüler kötülerle, Müslümanlar Müslümanlarla, Yahudi ve Hıristiyanlar da kendi dindaşlarıyla birlikte gidecekler. Ebû Hayyân ise eştât’ın manasını açıklarken her topluluğun amelleri mucebince grup olacağını söylemektedir. İbn Kesir ise eştât kelimesini esnâf (sınıf sınıf) ve envâ’ (çeşit çeşit) ifadeleriyle açıklamaktadır ki ona göre iyiler iyilerle Cennet’e, kötüler de kötülerle Cehennem’e gideceklerdir. Ayrıca İbn Cüreyc’in yorumunu aktaran İbn Kesir eştât ifadesinde parça parça gitmek vardır ki bir önceki bir sonrakiyle bir araya gelemeyeceğini belirtmektedir. Çağdaş müfessir Tabatabâî eştât kelimesinin tıpkı şettâ (dağınık dağınık) ifadesinde olduğu gibi şetit kelimesinin çoğulu olduğunu söyler ve şetit ifadesinin de müteferrik anlamına geldiğini kaydeder.

 

Eştât kelimesinin anlam alanı belirlenirken müfessirlerimizin hemen hemen hepsi de sudûr ve vurûd ifadelerinin manaları ışığında meseleye bakmışlardır. Onlara göre sudûr, vurûd’un zıddıdır. Merhum müfessirimiz Elmalılı’nın ifadesiyle vurûd suya gitmek, sudûr ise sudan dönmek demektir. Diğer bir ifadeyle vârid gelen, sâdir giden demektir. Buna göre yasduru’n-nâsu eştâtan, varmış oldukları yerden dönüp çıkacaklar, kabirlerinden mevkıfe, mahşere doğru muhtelif surette fırlayacaklar, demektir. Yazır’ın söz konusu izahları Râzî’den mülhemdir. Râzî ise vurûd/sudûr ilişkisini şöyle açmaktadır: onların yere vurûd edip, yani gelip, yerden de kıyamet meydanına sudûr etmeleri, yani dönmeleri muhtemel olduğu gibi, hesap için kıyamet meydanına vurûd etmeleri, oradan da mükâfat ve ceza yerlerine sudûr etmeleri mümkündür. Bu şekilde eştât kelimesinin de anlamı daha net tebellür etmektedir.

 

1.2.1.5. Zerre Kelimesi

 

Burada hem klasik hem de modern müfessirlerin zerre miktarı (ağırlığınca) hayır ve zerre miktarı şer ifadelerinde geçen zerre kelimesini nasıl anlamışlardır sorusunun cevabı üzerinde durulacaktır. Modern Arapça’da bir unsurun en küçük parçası ya da atom manasına gelen zerre kelimesinin kelime anlamıyla ilgili müfessirlerimiz birkaç seçenek sunmaktadırlar. Bu anlam haznelerinden birisi (İbn Abbas’tan nakledildiğine göre) bir kimsenin avucunu toprağa koyduktan sonra kaldırdığında elinin içine yapışan toz zerreciklerinden her biri miskâli zerredir. Kurtubî, elin yere konması ya da elin yere çarpıldıktan sonra silkelenmesi sonucu düşen toz parçacıkları demek suretiyle zerrenin iki türlü oluşumunu belirtmektedir. Fakat bu izahlar anlam olarak birbirlerinden farklı değildir.

 

Zerre kelimesinin ikinci anlamı ise Güneş’in pencereden girmesi sonucu oluşan ışıkta görülebilen toz parçacıklarıdır. Bu yorumla ilgili müfessirlerimiz çoğunlukla “zerrenin ağırlığı yoktur” hadisini zikrederek aşırı küçüklüğe dikkat çekmektedirler. Böylece onlar, insanın yaptığı en küçük iyi ve kötülüklerden sorumlu tutulacağı hakikatini vurgulamaktadırlar. Zerrenin bir üçüncü anlamı da en küçük kırmızı karıncadır. Genelde İmam Kelbî’den nakledilen bu mana da tıpkı toz parçasında olduğu gibi zerrenin küçüklüğünü açık bir şekilde göstermektedir. Seyyid Kutub ise klasik müfessirlerin bu kelimeye sivrisinek anlamı verdiğini nakletmektedir. Ali Arslan’ın belirttiğine göre bir yaşına geldiğinde ancak yürüyebilen bu karınca demektir ki o da azlık ya da küçüklüğü ifade için kullanılmaktadır. Sonuç olarak zerre ister karınca olsun isterse toz anlamına gelsin bu tanımlardan çıkarılan en temel anlam onun insanların dikkatini bile çekmeyecek şekilde çok küçük bir şey olduğu gerçeğidir. Çağdaş müfessir Said Havvâ’nın da belirttiği gibi kelime atasözlerinde de küçüklük ifade etmek için kullanılmaktadır.

Author: Yılmaz Yiğit - min read. - Post Date: 07/21/2021