Hazreti İbrahim’de Aile Terbiyesi -2





Author: Prof.Dr. İbrahim CANAN - min read. - Post Date: 12/11/2020
Clap

İdeal çevre, kişiyi sevenlerden meydana gelen bir topluluktur.

Temhit

Kur’ân-ı Kerim’de, Hazreti İbrahim’le ilgili âyetlerde sıkça karşımıza çıkan bir husus, Hazreti İbrahim’deki aile endişesidir. O, her fırsatta ailesini düşünmekte, onların hem dünyevî, hem uhrevî meselelerinin peşine düşmekte, dua etmekte, tedbir almaktadır.

Onun evlâtlarına olan ilgisi babasına olandan geri değil. Şöyle ki, Cenâb-ı Hak, kendisine bir lütufta bulunacağını haber verince, aynı şeyi çocukları için de istemesi, söylediğimiz hususu teyit eder: “Allah: ‘Seni insanlara imam yapacağım.’ demişti, o: ‘Soyumdan da!’ dedi.”

Cenâb-ı Hak, bu duayı reddetmez, ancak, zürriyetinden gelecek zâlimleri istisna eder: “Zâlimler benim ahdime erişemezler.”1

Keza, duaları ile ilgili bahiste görüldüğü üzere, ailesinin dünya ve âhirette hayra kavuşmaları için yaptığı yakarışlar da onun ailesine olan ilgisini ispatlayan hususlardır.

İşte bu canlı ve şuurlu aile ilgisi onu ideal bir aile terbiyesine sevk edecektir. Çünkü, dua bir ideal tespitidir, yapacağın iş, gideceğin istikamet hususunda bir şuurlanmadır. Dua ile talep edilen şeyin gerçekleşmesinde zaruri olan dünyevî teşebbüsler, esbaba tevessüller şarttır. Öyleyse aileye karşı duyulan şefkat ve merhametin gerektirdiği en makul iş, onların dünya ve âhiretlerini kurtaracak tedbirler ve faaliyetlerdir. Sadece dünyevî konforlarına veya eğlencelerine yönelik endişe ve tedbirler, bu sadette yeterli değildir. Bu sebeple Hazreti İbrahim, ailesine olan o engin şefkatinin sonucu olarak, onların dünyevî ve uhrevî terbiyelerine birlikte ehemmiyet vermiş ve bizlere terbiyede takip edilmesi gereken ideal esasları vaz’ etmiştir.

1-Aile Terbiyesinde Öncelikler

Aile terbiyesi dediğimiz zaman, pek çok teferruatı göz önüne getirmemiz gerekir. Şüphesiz burada, bütün o teferruatla Hazreti İbrahim’in irtibatını kuracak değiliz. Ancak Kur’ân-ı Kerim’in Hazreti İbrahim’le ilgili âyetlerinde yer verilmiş olan aile terbiyesi ile ilgili bir kısım ana meselelere dikkat çekmemiz gerekmektedir. Böylece, onun hayatımızın en mühim meselelerinden biri olan, aile terbiyesi meselesinde, bize ne gibi mesajlar sunduğunu görmüş olacağız.

A-Ailesine Yer seçimi

Hazreti İbrahim’in hayat macerası içerisinde, ailesini mukaddes belde olan Mekke’ye yerleştirmesi, tesadüfî bir hâdise değildir. Bu, şuurlu bir planın bir parçası, belki de ilk adımıdır.2 Onun için meselemize buradan başlamak istiyoruz. İşte âyet-i kerime (meâlen): “Rabbim! Ben çocuklarımdan bir kısmını, namaz kılabilmeleri için Senin mukaddes evinin yanında, zıraata elverişsiz bir vâdiye yerleştirdim.”3

Bu âyette başlıca üç mesaj var:

-Terbiyede öncelikle, çocukların diyanetini düşünmek, dinî terbiyelerini birinci planda ele almak.

-Bu terbiyevî hedefin gerçekleşmesinde çevre şartları başta gelen müessirlerden biridir.

-Çevrenin iktisadî yönü de düşünülmelidir.

Şimdi, âyette yer verilen çevre ile ilgili hususiyetleri açıklayalım.

a-Mescide Yakınlık

Hazreti İbrahim, ailesini Beytullah’a yakın bir yere yerleştirmiştir. Beytullah, her şeyden önce bir mâbettir. Ancak aynı zamanda belli bir inancı paylaşan insanların en azından ibadet maksadıyla toplanmalarına, bu toplanma sırasında karşılıklı fikir alış-verişi ve kültürel kaynaşmalara ve hatta ticari muamelelere imkân veren, bir başka ifadesiyle, içtimaîliğin bütün buutlarında yoğunluğun fevkalâde artmasını sağlayan bir mekân, bir merkezdir.

Her mescit Allah’ın evi sayıldığına göre,4 Hazreti İbrahim’in yolundan gidenler, ailelerinin -ezan sesi duyulabilecek kadar-5 mescide yakın olmasına dikkat etmelidir.

b-Çevrenin İktisadî Yönü

Âyette, Mekke’nin zıraate elverişsiz bir yer olduğu ve seçimin “namaz kılabilmeleri” gerekçesine bağlandığı görülüyor. Buradan hareketle zıraata elverişli olmayan çevrenin diyanete daha muvafık olduğu hükmünü çıkarabiliriz. Zıraata elverişli yerlerin, nefsin hoşuna giden cazibesi: yeşillikler, gölgelikler, çiçekler, meyveler, zırâî meşguliyetler, kişiyi mânevî yoğunluktan alıkoyabilir.

Hemen belirtelim, bu yorumdan yola çıkarak İslâm’ın zıraata karşı olduğu hükmü çıkarılamaz. Zira, zıraata teşvik edici hadisler ve âyetler de var. Ancak, buradan hareketle, zıraî şartların, maneviyatın inkişafı noktasında, şuurlu olunmadığı takdirde, bir kısım riskleri taşıdığını söyleyebilir, bu âyetin o meselede dolaylı bir uyarı olduğunu, bu beşeri zaafa dikkat çektiğini belirtebiliriz. Nitekim, İslâm âlimleri vaktin daha iyi değerlendirilmesinde “Kur’ân okumayı mı tercih etmeli, zikrullahla mı meşgul olmalı?” sorusuna: “Sadece Allah rızasını arayanlar için zikir müreccahtır.” şeklinde özetlenen cevap getirmişlerdir. Gerekçe olarak: “Zira, Kur’ân onun zihnini cezbeder ve Cennet bahçelerinde dolaştırır. Kendini Allah’a verenin Cennet’e iltifat etmemesi, tek şeyi istemesi, tek şeyi zikretmesi gerekir.” demişlerdir. Unutmayalım, Cennet tasvirleri bağ-bahçe tasvirleridir.6

Bu vesile ile hatırlatmada fayda var:

  • Kur’ân’da Hazreti Âdem’in iki oğlunda, kurbanı Allah tarafından kabul edilen “müttakî”nin (Mâide sûresi, 28) mesleği çobanlık, kurbanı kabul edilmeyen ve kardeş katili olan Kâbil’in mesleği ise zıraatçılıktır.7

  • Yine Kur’ân’da, kıssaları anlatılan iki kişiden biri zengindir ve her türlü üzümlerin bulunduğu iki bağı vardır ve etrafı da, asma ve hurma ağaçlarıyla çevrilidir. Zenginlik adamı şımartır, Allah’a karşı gaflet ve nankörlüğe düşer, arkadaşının nasihati de fayda vermez, sonunda bütün malını kaybeder. (Kehf sûresi, 32-34)

  • Keza Kur’ân, Kalem sûresinde daha da teferruatlı olarak anlattığı bir “Bahçe sahipleri”nin helâk olma kıssalarında çiftlik sahibi olan kimselerin düşebileceği yanlış düşünce ve davranışları gözler önüne serer. (Kalem sûresi, 17-33)

  • Keza tarihte helâka uğrayan Sebe kavminin de Kur’ân’da zıraat ve bahçecilikte çok ileri gitmiş bir millet olarak tasviri. (Sebe sûresi, 15-17)

  • Ve başka âyetler (Ashâbu’l-Eyke örneği de (Şuarâ sûresi, 176; Sâd sûresi, 13) vesaire de buraya dahil edilebilir. Zira eyke ağaçları sık, birbirine örülmüş koruluk mânâsına gelmektedir.8

Bütün bunlar göz önüne alındıkta zıraatçlığın, mâneviyat ve dinî tefekkürden uzaklaştırmada, diğer mesleklere nazaran, daha fazla bir rol ve tesir sahibi olduğu söylenebilir.

Şu hâlde Hazreti İbrahim’in ailesini daha iyi kulluk yapsınlar diye zıraata elverişsiz bir yere yerleştirmesi hâdisesi, ubûdiyet meselesinde çevre şartlarına karşı şuurlu olunması hususunda İbrahimîlere ciddî bir mesaj ve uyarı olarak anlaşılmalıdır. Tekraran söyleyelim: Bu uyarıları “Kur’ân zıraata karşıdır” şeklinde yorumlamak yanlış olur. Zıraatçılar bu mesleğin böylesi bir zaaf ve yönü olduğunu bilince ziyade bir hassasiyetle melhuz zararları telâfi edilir.

Ancak, konunun tam anlaşılması için, bütün bu Kur’ânî ve nebevî uyarılara insanlığın şu müşahedesini de ilâve etmek isteriz: Bilhassa zamanımızda, iktisadî hayatını zıraat merkezli yapan milletler geridir ve nispeten fakirdir. Ticarete, sanayiye ağırlık verenler terakkinin başını çekmektedirler. Öyleyse zıraat aleyhine görünen dinî ifadeleri:“Zıraatın meyve ve çiçekli cazibesi sizi aldatıp rahâvete atmasın, medeniyet yarışmasında ticaret ve ilme ve onun uygulaması demek olan teknolojiye de önem verin.” şeklinde nebevî bir mesaj olarak da anlayabiliriz. Böyle anlamak hem daha doğru, hem maslahatımıza daha uygundur.

Gerçekten terbiyede, çevrenin ne kadar büyük bir önem arz ettiğini eğitimciler çok iyi bilirler. Bu konuyuHazreti Peygamber’in Sünnetinde Terbiye kitabımızda yeterli miktarda açıkladığımız için9 burada teferruata girmeden bir sosyologdan birkaç cümle kaydedeceğiz: “Fert, içtimaî vasıflarını mektepten almış olduğu formasyona değil, muhitine has şartlara borçludur... Kültür, mekteple ilgili bir hâdise olmaktan ziyade, muhite bağlı bir hâdisedir... Muhit kültürel değerlerin kalıbıdır... Mektep, kültürün bir unsurudur fakat kültür problemini mektebin halledeceği düşünülecek olursa, onun fonksiyonu hususunda aldanılmış olur.”10

Evet, Hazreti İbrahim, ailesini âzami mertebede ibadet yapabileceklerine inandığı bir muhite yerleştirmiştir.

c-Emin Bir Çevre

Hazreti İbrahim’in, evlâtlarını yerleştirdiği, muhitin bir vasfı “ibadete elverişli olma” ise, diğer bir vasfı da “emniyetli olması”dır. Çünkü bu belde için, “Rabbim bu beldeyi emin kıl!”11 diye talepte bulunmuştur. Nitekim, insanın, kulluk dahil, maddî-mânevî her çeşit şahsiyetini gerçekleştirebilmek için libas, gıda, nikâh kadar, can emniyetine de ihtiyaç vardır. Kişi, mal, can, ırz, fikir ve inanç gibi şahsiyetini tamamlayan hususlardan birinde hürriyet veya emniyetini kaybedecek olursa, hayat esarete dönüşür ve çekilmez olur, yaratılış gayesi gerçekleşmez, gerçekleştirilemez. Bu sebeple olacak ki, Hazreti İbrahim (aleyhisselâm), kendisini sevenlere ve Hanif dinine tâbi olanlara, bizlere, işin başında bir uyarı olmak üzere, emniyetli bir yurt hedefi gösteriyor. Kıldığı namazı, tuttuğu orucu, sakındığı alkol, taşıdığı kıyafeti vs. için takibata uğrayan Müslüman emniyetli bir yerde değildir.

d-İçtimâî Muhit

Hazreti İbrahim, çocuklarını ibadete en elverişli bir yere yerleştirdikten sonra, onları candan sevecek içtimaî bir çevrenin oluşmasını aynı âyetin devamında Allah’tan talep eder: “Rabbimiz, insanların gönüllerini onlara meylettir...”

Buradan anlıyoruz ki, ideal çevreyi teşkil eden şartlardan biri ve hatta en başta gelenlerinden biri, kişiyi sevenlerden meydana gelen bir cemaattir. Dahası, bazı hadisler, mümini, İslâm’ın gereklerini rahatça yaşayabileceği, menfi çevre tesirlerinden emin yer mânâsına12 müşriklerden “ateşleri birbirini görmeyecek kadar uzakta” oturmaya davet etmiştir.13

B-Rızkın Temini

Hazreti İbrahim, çocukları için sosyal çevre ile beraber, onların rızıklarını da düşünmüştür:

وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ Rabbimiz! şükretmeleri için onları meyvelerden rızıklandır.”14 Evet, İbrahim ailesi, ekine elverişli olmayan bir yerdedir, ancak, “meyveler”le rızıklandırılması gerekmektedir. Yani iktisadî durum iyi olmalı, öyle iyi olmalı ki, rızkı arasında, zıraatın olmadığı bir yerde bile zıraatla elde edilebilen “meyve” bulunmalıdır. Zıraata elverişli olmadığı belirtilen bir yerde “meyveler”in talebi, bu maksadı gerçekleştirecek iktisadî şartlar için gerekli tedbirleri almak mânâsına ilâhî bir irşat olarak anlamamız gerekiyor. Nitekim Kureyş sûresi, Mekke halkının, yaz ve kış ticaretiyle, çok güzel rızıklandırıldığını belirtir.

C-Dinî Şuur

Burada dikkat çekilecek bir husus, rızkın Allah’tan şükür için talep edilmiş olmasıdır. Evet her çeşit rızkın verilişinin asıl gâyesi şükürdür, kulluktur. Mümin, yaratılış sebebinin ubûdiyet, hayatın gayesinin Allah’a kulluk etmek olduğunu bilir. Dolayısiyle, hayatın devamı için muhtaç olduğu bütün maddî rızıklar sadece ve sadece şükür içindir; zevk, eğlence, nefsânî isteklerin tatmini için değildir. Nitekim bir âyet-i kerimede, Cenâb-ı Hak, cin ve insanları sadece ibadet için yarattığını belirttiği gibi15 devamında ve bir başka âyette16 insanlardan bir rızık istemediğini Kendisini doyurmalarını da istemediğini17 belirtmekte, mümine, nazarında hiçbir şeyin ibadet maksadının önüne geçmemesi gerektiğini ihtar etmektedir.18 Hatta bir başka âyet,19 kıyam (ayakta durma), kuud (oturma) ve yan yatma hâllerinde zikri irşat eder. Bu, bir bakıma, kişinin bütün hâllerinde kulluğa uygun ideal yaşayışın ihtarıdır. Bu, insanların hep ibadet yapacağı mânâsına gelmez. Ama bütün hayatını ibadet mânâsında sürdürebileceğini iş’ar eder. Yani, farzlarını eda, haramlardan kaçınma ve sünnet-i nebeviyeye ittiba yoluyla -uyku, eğlence, sohbet vs. meşru âdât dahil- bütün hayatî faaliyetlerin ibadete tahvili mümkündür, bu mânâyı teyit eden hadisler, ulemanın açıklamaları mevcuttur.

Hazreti İbrahim, daha çocuklarını yerleştirme ve içtimâî muhit tesis etme, hayat kurma safhasında, kazanılacak rızkın şükür için kazanılması gereğini hatırlatıyor. Bu davranış bizim için gerçekten ibret alınacak bir noktadır. Günümüzün maddede boğulmuş, bu incelikleri anlamaktan uzaklaşmış, bu sebeple bu İbrahimî mesajı yadırgayacak insanları bile çıkabilir. Biz böylelerine, hayat planını bu esas üzerine yapmayanların, cemiyet içinde, çok kirli işlerine rüşvet, zimmet, hile, sahtekârlık gibi çeşitli suistimallerine her gün şahit olunduğunu hatırlatırız. Cemiyetimizi boğma derecelerine ulaşan bu kirlilikleri başka izah yolu varsa buyursunlar, yapsınlar.

Tekrar ediyoruz: İbrahimî mesaj, bizi, yeni nesillerin hayat planlarını kulluk esası üzerine yapmaya davet ediyor.

Namaza Öncelik

Hazreti İbrahim, çocuklarını, ibadet etsinler diye zıraata elverişsiz bir yere yerleştirdiğini ifade eden -yukarıda kaydettiğimiz- Kur’ânî bahsin devamında, Cenâb-ı Hak’kı bazı sıfatlarıyla sena ettikten sonra taleplerine geçer ve öncelikle ubûdiyette muvaffakiyet talep eder, hem kendisi ve hem de evlâtları ve zürriyyeti için:

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَۤاءِRabbim! beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz duamı kabul buyur!”20

Daha önce de temas edip gösterdiğimiz üzere, Hazreti İbrahim’in bütün faaliyetleri, tedbirleri, ilgileri tevhit ve ubûdiyet merkezlidir. Ve ona, “Halîliyyet” gibi müstesna yüce bir makamı kazandıran da budur. Yeri gelmişken belirtmek isteriz: Kur’ân-ı Kerim, aile terbiyesinde namaz öğretimine öncelik verilmesini âmirdir. Bir âyette Hazreti Peygamber’e şu direktif verilir: “Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol! Biz, senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz.”21

Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) da, ceddi Hazreti İbrahim gibi, dinde namaza müstesna bir yer verecek, namazı, “dinin direği”22 ilân edecektir. Hayatında nadir yaptığı bedduanın biri, Hendek Savaşı sırasında birkaç vakit namazının kazaya kalmasına sebep olan müşrikleredir: “Orta namazını kılmamıza mâni olan müşriklerin evlerini ve kabirlerini Allah ateşle doldursun!”23

Hazreti İbrahim, Allah’ın emri ile Kâbe’yi inşa sırasında, oğlu İsmail’le birlikte dua ederler ve bu dualarında hem kendileri ve hem de arkadan gelecek nesil ve hanedanları için ubûdiyet ağırlıklı taleplerde bulunurlar (meâlen): وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَۤا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَۤا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ İbrahim ve İsmail, Kâbe’nin temellerini yükseltiyordu. ‘Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen, hem işitir, hem de bilirsin!’ dediler. ‘Rabbimiz! İkimizi Sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da Sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tevbemizi kabul buyur, çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Sensin. Rabbimiz! İçlerinden onlara Senin âyetlerini okuyan, Kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hakîm olan ancak Sensin...’”24

Evlâtlarına ve hatta neslinden kıyamete kadar gelecek bütün torunlarına şefkat duyan, iyiliklerini arzu eden bir kimsenin, onlar lehine yapacağı en güzel dua, dilek ve yakarış, onların kullukta hususan namazda ve diğer salih amellerde başarılı olmalarıdır, mala saltanata ermelerini dilemek değildir, Hazreti İbrahim bunu sünnet kılmıştır, kişinin, gelecek nesilleri için böyle bir nokta-i nazar sahibi olması gereğinin tespiti İbrahimî mesajların mühimlerindendir.

D-Mağfiret Talebi

Ubûdiyet sadece namaz demek değildir. Namazı kılmada muvaffakiyete erenlerin gerçek kulluğu yakalamak, ebedî kurtuluşa ermek hususunda yanılgıya düşmemesi gerekir. Namaz tek başına bu hususta garanti sağlamaz. Nitekim bir hadiste, Peygamber dahil hiçbir kimsenin ameliyle Cennet’i kazanamayacağı, ancak ve ancak Allah’ın rahmet ve mağfiretiyle kurtuluşa erilebileceği kesin bir üslûpla ifade edilmiştir.25 Öyle ise, namazın talep edildiği bir fırsatta, hedefe ulaşmak için, onun tamamlayıcısı durumunda olan mağfiretin zikri de enseptir. Namaz takdim edilirken, mağfiretin tehir edilmesi, namazı kılarak mağfiret talebinin daha makbul olacağına bir delil olabilir. En çok okunan dualarımız arasında yer alan şu dua bize Hazreti İbrahim’den yadigâr kalmıştır:

رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ Rabbimiz! Beni, annemi ve babamı ve müminleri hesap günü mağfiret eyle!”26

Hazreti Peygamber’in bir beyanına göre, Hazreti İbrahim, kıyamet günü babasıyla karşılaşacak ve yine merhamete gelerek Allah’a müracaat edip: “Ey Rabbim! Sen bana tekrar diriltilme gününde beni rüsvay etmeyeceğine dair vaatte bulundun, babamın rahmetten uzak kalmasından daha büyük bir rüsvaylık olur mu?” diyecek. Cenab-ı Hak: “Ben Cenneti kâfirlere haram kıldım.” 27 diyerek talebi reddedecektir.

Bu âyette iki önemli İbrahimî mesaj var:

  1. Aile bağı ciddî bir bağdır. Kişi yakınlarının ebedî kurtuluşu için ne kadar çalışsa, gayret gösterse yine de azdır. Bize üsve olan Hazreti İbrahim, babası için gayretini âhirete kadar uzatmaktadır.

  2. İman her şeyin başıdır. Küfür araya girdiğinde, bütün râbıtalar kopmaktadır. En büyük bir peygamberin Halilullah’ın bile en yakınına, babasına -aradaki küfür sebebiyle- hiçbir şefaati olmamaktadır.

Öyleyse, müminler pek muhtaç oldukları İbrahimî kurtuluşa erebilmek için dünyevî münasebetlerinde iman kardeşliği, küfür düşmanlığı muvazenesini esas almalıdırlar.

E-Meslekte Yüksek İdeal

Hazreti İbrahim, çocuklarını terbiye ederken, herhâlde, sadece bir kısım dualarla ifade ettiği ehl-i salât olmalarını,28 salihlerden olmalarını29 istemekle kalmamış, dünyevî yaşayışları ve meslek durumlarıyla da ilgilenmiş olmalıdır. Bu hususta en güzel ipucu, Cenab-ı Hak’kın kendisine: “Seni imam yapacağım.” dediği vakit yaptığı taleptir: “Neslimden de imam yap!”30 Bu, bir nevi dünyevî meslek talebidir. Hazreti İbrahim, evlâtları için imam olmalarını yani halka önder olmalarını talep ediyor. İmamlık kendi mesleğidir, çocukları için de bunu talep etmiştir. Gerçekten de İbrahimî nesilden nice peygamberler çıkmıştır: Hazreti İsmail, Hazreti İshak, Hazreti Yakub, Hazeti Musa,..., Hazreti İsa, Hazreti Muhammed (salâvatullahi aleyhim ecmaîn) en parlak halkalardandır.

Şu hâlde onun bu duası, müminlere ciddî bir mesajın kaynağı olmaktadır: “Çocuklarının meslek durumu düşünülmelidir, ayrıca meslekî seçim ve yönlendirmede en ideal ve en itibarlı olanlar göz önüne alınmalıdır.” İslâm ulemasının, bu meselede babanın, çocuğuna, kendi mesleğinden daha düşük bir meslekte yetiştirmesinin mekruh olacağı”31 hükmünü verirken, bu İbrahimî prensipten hareket etmiş olmaları da mümkündür.

Bugün bile, insanlar nazarında en yüksek meslek devlet başkanlığı ve buna yakın olan siyasî makamlardır.

F-Terbiyevî Alâka

Hazreti İbrahim’in, bir baba olarak, ailesiyle ilgisi iyi bilinmeyen hususlardan birisidir. Bir kısım rivâyetlerde, onun, hanımı Hazreti Hâcer’i, oğlu İsmail’le tek başlarına çöle bıraktığı, ondan sonra onları nâdiren ziyaret ettiği ifade edilmiştir. Nitekim bir rivâyette onun Mekke’ye ailesini bıraktıktan sonra üç sefer uğradığı mevzubahistir.

Bu bilgiler âyet veya sahih hadise dayanmadığı için ihtiyatla karşılanması gerekir. Ayrıca bu nevi rivâyetler, -daha önce örnekleriyle gösterdiğimiz üzere- telif ve tevili oldukça zor bir kısım tezatlardan da hâli değiller. Yani hangi açıdan bakarsak bakalım, bu rivâyetlere dayanarak -bilhassa örfe, alışılmışa, olması gerekene veya beşerî fıtrata aykırı- kesin hükümlere gitmekten kaçınmak gerekir. Hâl böyle olunca, geçmişi kısmen aydınlatabilmek için, bu rivâyetler kargaşası içerisinde mâruf ve me’lûfa muvafık olanların -mevzu veya münker (çok zayıf) olmamak şartıyla- tercih edilmesi gerekir. Aslında Hadis Usûlü ilmi de bunu gerektirir.

İşte bu rivâyetlerden bir kısmı Hazreti İbrahim’in, Mekke’deki ailesine olan aylık ziyaretinden bahsetmektedir. İbn Hâcer’in Ebû Cehm’den kaydettiğine göre, “Hazreti İbrahim (aleyhisselâm), Hazreti Hâcer’i Burak’a binerek her ay bir kere ziyaret etmekte, sabahleyin Mekke’ye gelip ziyaretini yapmakta, kaylûle vakti içerisinde32 Şam’daki evine dönerek orada kaylûle yapmaktadır.” Bu rivâyeti kaydeden İbn Hâcer, Fâkihî’nin, Hazreti Ali’den (radıyallahu anh), benzer bir rivâyet kaydettiğini ve bunun sıhhat yönüyle hasen derecesinde olduğunu belirtir.33

Bütün hayatı harikalarla dolu olan Hazreti İbrahim’in, aileye terbiyevî alâka hususunda, millet-i İbrahimiye’ye bir örnek bırakması için, her ay “Burak”la ailesini ziyarete gelmesi gibi bir ilâhî mazhariyetle taltifi yadırganmayacak, vukuatın İbrahimî tabiatına uygun bir durumdur. Aksi hâlde, küçük yaştaki oğlu İsmail’de -kurban hâdisesi sırasında görülen- kemal mertebesindeki kulluk ve teslimiyet hâlini izahta tekellüfe düşerdik.

Şu hâlde, Hazreti Peygamber’de (aleyhissalâtu vesselâm) görülen günlük ailevî ilgi, ideal olan ilgi ise de, Hazreti İbrahim’de görülen aylık ilgi, bunun müsamaha ile karşılanabilecek azami müddetini belirler. Terbiye yaşında çocuğu olanların, bu İbrahimî sünneti esas alarak, ayrılık müddetini daha fazla uzatmamaya çalışmaları gerekir. Veya en azından, fazla ayrılığın, marazî hâllerin gelişmesine sebep olacağını bilerek, zararı asgariye düşürücü tedbirleri artırması, bir başka ifade ile bu meselede şuurlu ve uyanık olması gerekmektedir.

Çocuklarına Vasiyet

Hazreti İbrahim, aile reislerinin, aile fertleri karşısındaki terbiyevî sorumlulukları hususunda da güzel bir örnek bırakmıştır: Onların hayatlarının sonuna kadar dinî istikameti muhafaza etmeleri için yakından ilgi göstermek, gerekli tedbirleri almak.

Uygun bir mahallin seçimi öncelikli bir tedbir ise de yeterli değildir. Bu tedbirin, mütemadî uyarılar, hatırlatmalar, nasihatlar -ve hatta gerekir ve ihtiyaç duyulursa- murakabelerle takviye edilmesi gerekmektedir. İşte Hazreti İbrahim menşeli Kur’ânî örnek:

وَوَصّٰى بِهَۤا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِيَّ إِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدِّينَ فَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَİbrahim, şunu oğullarına vasiyet etti, Yakub da: ‘Oğullarım! Allah, bu dini size seçti, siz de ancak O’na teslim olmuş olarak can verin!’ dedi.”34

Hazreti İbrahim’in burada tavsiye ettiği şey, bir önceki âyette zikredildiği üzere Allah’ın: “Teslim ol!” emrine verdiği teslimiyet cevabıdır: “Âlemlerin Rabbine teslim oldum!”35 Hazreti İbrahim’in çocuklarına yaptığı “Âlemlerin Rabbine teslimiyet tavsiyesi”nin hemen arkasından kaydedilen Hazreti Yakub’la ilgili kısımda, görüleceği üzere, İbrahimî tavsiyenin nasıl olduğu hususundaki merakımızı izale edecek açıklıktadır: Ölünceye kadar İslâmî çizgiyi muhafaza. Şu âyetlere de bu nazarla bakalım: “Hani ona (İbrahim’e) Rabbi: ‘(Benim emrime) teslim ol!’ demişti O da: ‘Âlemlerin Rabbına teslim oldum.’ demişti. İbrahim bunu oğullarına ve Yakub’a vasiyet etti: ‘Ey oğullarım! Hiç şüphe yok ki, Allah bu dini sizin için seçmiştir. O hâlde siz ancak Müslümanlar olarak can verin!’ dedi. Yoksa Yakub’a ölüm hâli geldiği vakit, siz orada mıydınız? Hani Yakub oğullarına: ‘Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?’ diye sormuştu. Onlar: ‘Senin ilâhına, ataların İbrahim’in, İsmail’in ve İshak’ın ilâhı olan Allah’a ibadet edeceğiz.’ demişlerdi.”(Bakara sûresi, 2/131-133)36

Yani aileye müteallik terbiyevî ilgi, muayyen bir zaman dilimine has, geçici bir alâka değil, ölünceye kadar devam edecek, mütemâdî, kesintisiz, “beşikten mezara” kadar devam edecek bir alâkadır ki bugünün tabiriyle yaygın eğitim denmektedir. Bu alâkanın bülûğ yaşına kadar olan safhası vaciptir, en ehemmiyetli olanıdır, aile reisi bundan Allah’a karşı sorumludur.37

Oğlunu Kurban

Hazreti İbrahim gibi, aile efradının endişesiyle dolup taşan, şahsi menfaati veya şahsının mazhar olacağı bir nimet mevzubahis olduğu zaman derhal ailesini, neslini, hatta gelecek hânedânını hatırlayıp, onlar için de taleplerde bulunan bir kimsenin bize intikal eden en çarpıcı, en unutulmaz, en ibretli, “hissiyatı en çok tahrik ederek” hayal, akıl, şefkat, tefekkür gibi nice mânevî cihaz ve letâifi harekete geçiren mesajı, oğlunu kurban etme hâdisesi olmalıdır. Bu hâdise, bizzat Cenâb-ı Hak’kın ifadesiyle, اَلْبَلَاءُ الْمُبِينُApaçık bir imtihan”dır.38

Kur’ân-ı Kerim, bu hâdisenin vereceği ibret ve mesaja daha bir güç katmak için olacak, Hazreti İbrahim’in ailesine olan müşfik alâkasını -gösterdiğimiz üzere- tekrarla işlemiş ve bir kısım teferruata inmiştir.

Ailesine fazla bir ilgi ve şefkat duymayan -veya duymuş olsa bile bize yeterince duyurulmamış, anlatılmamış- bir kimsenin çocuğunu kurban etmesi haber verilseydi, böylesi bir haberin etkisi muhakkak ki, Hazreti İbrahim’inki kadar derin, ibretamiz ve düşündürücü olmazdı.

Ama evlât düşkünü, hatta yalvar yakar Rabbine yaptığı dualarla evlât talep eden bir zatın Hazreti İbrahim’in, ileri bir yaşta, bu duaları bereketine elde ettiği oğulcuğunu, rüyada aldığı bir işaret üzerine gözünü kırpmadan, zerre kadar tereddüt göstermeden, anında, kurban etmek üzere bıçağın altına yatırması onun Kur’ân’da övülen ihlâsının, Allah’a teslimiyetinin, lekesiz tevhit anlayışının bizler tarafından daha iyi anlaşılmasında ikna edici yardımcı unsurlardır. Hazreti İbrahim, bu mihenk ve ölçüler ışığında tanındığı takdirde onun getirdiği mesajın gerçek buudu anlaşılabilir.

Evet, Kur’ân-ı Kerim, hâdiseyi şöyle tasvir eder: “(İbrahim:) ‘Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk ver!’ diye yalvardı. Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. Çocuk kendisinin yanı sıra yürümeye başlayınca: ‘Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken, seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün ne dersin?’ dedi. ‘Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap! İnşaallah sabredenlerden olduğumu göreceksin.’ dedi. Böylece ikisi de Allah’a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca, Biz: ‘Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın. İşte Biz, iyi davrananları böylece mükâfatlandırırız.’ diye seslendik. Doğrusu bu, apaçık bir imtihan idi. ona fidye olarak, büyük bir kurbanlık verdik... Sonra gelenler içinde, İbrahim’e selâm olsun’ diye ona iyi bir ün bıraktık. İşte iyileri böyle mükâfatlandırırız. Doğrusu o, mümin kullarımızdandı.”39

Evet bir kere daha tekrar etmenin yeri geldi: Hazreti İbrahim’in mazhar olduğu ilâhî lütufların nerdeyse tamamı onun, maruz kaldığı imtihanlardan yüz akıyla çıkması ve Allah’ı razı edecek iradî başarılar sonunda kendisine mükâfat olarak verilmiştir.

G-Şefkat’in Yerinde Kullanılması

İbrahimî aile terbiyesine müteallik olarak buraya kadar kaydettiğimiz tespitlere dikkat edecek olursak, hepsinin bir noktada buluştuğunu görürüz: Aile efradına karşı taşınan fıtrî şefkat onların sadece maddî konforları ve dünyevî istikballeri noktasında kilitlenmemiş, aksine, hem dünya ve hem de ahiretlerine teşmil edilmiştir. Dahası, uhrevî kurtuluşlarına öncelik verilmiştir.

Allah’a teslimiyet, O’nun rızasını aramak esas kılınmış, O’nun yoluna kurban etmek ve kurban olmak terbiyenin ekseni yapılmıştır.

Bu İbrahimî sünnette, “Gerçek hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana atanlardır”40ilâhî ihtarının kişiye yüklediği dünyayı boynuzunda taşıyan sarı öküzünki41 kadar ağır yükü hissetmiş kimsenin yapması gereken şeyler, atması gereken adımlar, alması gereken ön tedbirler var. Bu, aileye, evlâda karşı yapılacak hayırların en iyisidir: Bu, onlara karşı taşınan şefkat duygusunun tam gereğini yapmaktır: Bu, onların dünyevî ve uhrevî kurtuluşlarını beraber ele almaktır. Aksi takdirde, sırf maddî konforlarını ve dünyevî istikballerini düşünme eksenine temerküz eden alâka ve tedbirler, fıtrattaki şefkatin suistimalidir, kötüye kullanılmasıdır, yani aile fertlerinin gerçek ihtiyaçlarının, dünya ve âhiret saadetlerinin temini için verilen alet ve silâhı, onları ebedî ölüme sevkte kullanmaktır. Kendimizi de ebedî hüsranımız demek olan onların sorumluluklarının altında ezmektir.

Dünyayı boynuzunda taşıyan sarı öküz yok. Ama annelerin ve babaların boynunda, -şayet mezkûr sarı öküz olsaydı onun sırtına isabet edecek ağırlıkta- pek ciddî bir terbiyevî sorumluluk yükü var. Evet sorumluluk ağır, ama bunun mükâfatı da ona göre pek büyük: Cennet ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz olmadığı gibi.

2-Aileye Olan İlgide İtidal

Ailenin kurtuluşu için gösterilmesi gereken ilgi İbrahimî mesajlar arasında yer aldığı gibi, aile mevzuunda fıtrat gereği düşülebilecek aşırılık da İbrahimî mesaj arasında yer almış ve Hazreti İbrahim yolunda giderken -bu meselede- düşülebilecek bir çukura, Hazreti İbrahim’den örnek verilerek dikkat çekilmiştir.

Evet o, irşat işinde, babasını da gündeme almış, onun hidayeti için de gayret sarfetmiş, gittiği yolun yanlışlığını söylemiş, ikna edici açıklamalarda bulunmuş ama netice alamamıştır. Babasının müşrik olarak kalmasına rağmen. “Mutlaka senin için Allah’tan mağfiret dileyeceğim.”42 demiş ve babasını da yaptığı mağfiret duasına katmıştır:“Rabbimiz! Beni, anne ve babamı ve müminleri hesap kurulduğu gün mağfiret buyur!”43

Şu âyet, Hazreti İbrahim’in babasının şirk hâlini bile bile mağfiret duasında bulunduğuna dikkat çeker: “Rabbim! Babamı da bağışla, o, şüphesiz sapıklardandır.”44

Kur’ân-ı Kerim, Hazreti İbrahim’in bu dualardaki tutumuyla bize örnek olamayacağını belirtmeye ayrı bir önem verir: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel örnek vardır...” diye başlayan âyette bir kısım İbrahimî örnekler sayılırken şöyle denir:

إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ Yani “İbrahim’in babasına söylediği ‘Senin için mutlaka istiğfar (bağışlama) talep edeceğim.’ sözü hariç. Onun bu sözü size örnek değildir.”45

Hazreti Peygamber de önceleri, bazı siyasî maksatlarla, bile bile münafıkların cenazesine katılıyor, onların affı için Allah’a dua ediyor, istiğfar talebinde bulunuyordu.46 Ama bu sadette gelen bir âyet, şirki zâhir olan hiçbir kimseye, akraba bile olsa, mağfiret duasında bulunmamayı açık bir şekilde emretti. Mevzuun ehemmiyetine binaen olacak, bu emri takip eden âyette, Hazreti İbrahim’in müşrik babasına yaptığı duadan örnek alınmaması için açıklama yapılır ve Hazreti İbrahim’in de -babasının imanından ümit kesince- ondan tamamen teberri edip yüz çevirdiğini belirtir (meâlen): “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek, Peygamber’e ve müminlere yaraşmaz. İbrahim’in babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allah’ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim çok içli ve yumuşak huylu idi.”47

Burada dikkat çekeceğimiz Kur’ânî bir incelik var: Hazreti İbrahim’in merhametli oluşunu anlatırken, onun evvâh ve halîm olduğunu ve bu evvahlığın sevkiyle, Lût kavminin cezalandırılması meselesinde, vazifeli meleklerle münakaşa ettiğini belirtmiştik. Bu âyette ise, babasının küfrü kesinlik kazanınca, ondan teberri ettiği belirtiliyor ve arkasından “İbrahim evvah ve halîm bir kimseydi.” denilerek onun bu vasfı tekrar nazara veriliyor. Şu hâlde âyet-i kerime, Hazreti İbrahim’in de fikrî-mânevî bir kemal sonucu, -halîm ve evvâhlığına rağmen- Allah düşmanı olan babasından teberri ettiğini belirterek, onun vesilesiyle şu İbrahimî mesajı vermektedir: “Sakın, kâfirlere karşı, babanız bile olsa gâfil davranmayın!”

Kur’ân-ı Kerim, münafık olduğu bilinen kimseleri de buna dahil eder ve bunlara namaz kılınmasını, mezarlarına uğranılmasını yasaklar: “Onlardan ölen hiç kimsenin namazını sakın kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah’ı ve peygamberini inkâr ettiler, fâsık olarak öldüler.”48

Hazreti İbrahim’in imana gelir mi ümidiyle müşrik babası için, mağfiret duasında bulunmak gibi, din açısından ciddî yanlışlığı yapacak kadar ailesine olan bağlılığı, ailesinin küfürde inatlaşmasını görünce onu terk etmeye mâni olmamıştır.

Buradaki İbrahimî mesajın bir vechi günümüzün bir hastalığına da deva getirmektedir: Her çeşit dinî değerleri, semavî ölçüleri hiçe sayan ırkçılık. Evet, tam bir firenk illeti olarak Batı’da çıkıp içimize sirâyet eden bu hastalık, Batı’da tedaviye kavuştuğu hâlde, bizde insanlarımızı komaya sokmaya, ölüme götürmeye devam ediyor. Kur’ân-ı Kerim, küfrü sebebiyle babasından bile teberri eden İbrahim’i örnek vererek bu hastalığın Halîlî devasını gösteriyor.

Evet üzerine basa basa tekrarın zamanıdır, yeridir ve gereklidir de: Hazreti İbrahim’in ailesiyle olan ciddî bir irşat macerasından sonra, babasının küfürle noktalanan encâmının mükerrer âyetlerle gündemde tutulmasında, birçok kan davası, haksız himaye ve zulümlerin kaynağı olan ölçüsüz aile, hanedan ve kavmiyet duygularına, ırkî taassuplara karşı müminlerin dikkatini çekmeye yönelik Kur’ânî bir gaye mevcuttur. Bu nevi ırkî hamiyetlerin sebep olduğu zararların vüs’ati nazar-ı dikkate alındıkta, böylesi bir İbrahimî mesajın ehemmiyeti anlaşılır, bu husustaki Kur’ânî tekrarların hikmeti teyit edilir.

3-Allah’a Teslim Olan Örnek İbrahimî Aile

Hazreti İbrahim, ailesine düşkün, hâl-i hazırları ve gelecekleri ile ailesini düşünen bir baba olunca, onun maiyetinde ideal bir aile ortaya çıkmalıdır. Bu yüce insanın, yüz akıyla verip Allah’ın rızasını kazandığı imtihanlarından bir kısmı ailesiyle ilgilidir.

İstikbale ait pek çok hikmetler için, hanımı Hâcer’i, kucağındaki bebeğiyle “Allah’ın emri üzerine, yiyecek, içecek, ünsiyet edilecek hiçbir şeyin hiçbir kimsenin bulunmadığı bir çöle terk etmek, hangi vicdan sahibinin, hangi normal insanın işidir? Hele merhamette insanlığın zirvesinde yer alan bir şahsiyet için, Hazreti İbrahim için hiç mi hiç olmayacak bir iştir. Ama Allah’ın emri olunca ve bu emir, iradesiyle Rabbü’l-Âlemin’e teslim olmuş bir muhataba yapılınca, elbetteki yerine getirilir.

Mantığımıza, muhakememize uymasa bile, Allah’ın emrine uyma gerektiği, bunun neticesinin pek hayırlı olacağı mesajı başka nasıl verilebilirdi? Hazreti Hâcer’in bebeğiyle birlikte, Allah’ın emri üzerine çöle bırakılmasındaki mesaj cidden çok mühim, Ulu atamız Hazreti İbrahim’ın (aleyhisselâm) şanına yüce mertebesine uygun bir mesaj, Halîlî bir ikram.

Ya annenin teslimiyeti! Onun Allah’a teslimiyeti de dikkat çekicidir. Ve bu, kaç sefer tekerrür etmiştir: Kocası Hazreti İbrahim, hanımı Hâcer’i henüz bebek olan oğlu İsmail’le tek başlarına, ekine elverişsiz bir kıra, ins ve cinnin top attığı çöl ortasına bırakıp Şam’a dönerken, kocasına seslenir:

Bu kuru, çıplak derenin içinde bizi kime bırakıp gidiyorsun?”

Cevap alamaz. Hazreti İbrahim nasıl açıklasın bu âdet dışı işi? Bunun beşerî aklın hududuna giren bir izahı yoktu, bu bir teslimiyet işiydi, muhatabıyla, hele kucağında bebeği olan şefkat kahramanı bir anne ile aklın, hissiyatın hududu içinde konuşulabilirdi. Onun için tek yol susmaktı ve sustu. Kadın, tekrar tekrar sordu. Yine cevap yoktu. O yüce kadın son kere şöyle sordu:

  • Bunu sana Allah mı emretti?

Hazreti İbrahim, beklediği soruya muhataptır. Artık, kadının ufku melekûta açılmıştır, verilecek cevap anlaşılabilecektir. Kısaca:

  • Evet!

der. Bunu işiten Hazreti Hâcer, teslimiyetini ortaya koyar:

  • Öyleyse Allah bizi zayi etmez!49

Artık içi yanık baba, Allah’ın başka emirlerini yerine getirmek üzere, gözü arkada kalmadan gönül huzuruyla yoluna devam edebilir.

Rivâyetlere geçen bu rıza, Hazreti Hâcer’in karşılaştığı her çeşit meselenin çözümünde başvurduğu temel prensibi gösterir. İsmail’in kurban edilişi sırasında ortaya koyduğu menkıbeyi az sonra kaydedeceğiz.

Meselelerin hallinde, kararların alınmasında nefis, heva ve hissiyata bedel Allah’ın rızasını esas alanlar elbette yücelecekler, başkalarına örnek olacaklardır.

Bu ailede baba müstebit değildir. Rüyada aldığı uyarıdan hareketle, muhatap olacak yaşta bulunan oğlu İsmail’e, mutlaka yerine getireceği o ciddî meseleyi çıtlatarak fikrini sorar:

Ey oğulcuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazlayacağımı görüyorum, bir düşün ne dersin?

Bu istişarede Hazreti İsmail’in verdiği cevap, onun, o yaşta, babasına lâyık ölçüde kulluğa merbut olduğunu, kulluk ve Allah’a teslimiyeti esas alan bir terbiye üzerine yetiştirildiğini gösterir:

-Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap. İnşaallah sabredenlerden olduğumu göreceksin.50

Bu âyet, bazı rivâyetlerde tafsil edilerek Hazreti İsmail’in (aleyhisselâm) ağzından şu ifadelere dökülür: “Ey babacığım! Beni boğazlamak istersen bağlarımı sıkı yap, sana benden bir şey isabet etmesin, sevabım azalabilir. Zira can vermek zordur. Ben, ölüm değmeye başlayınca çırpınmaktan korkarım. Bıçağı iyi bile, tâ ki ölümüm çabuk olsun ve eziyet çekmeyeyim. Beni kesmek üzere yatırınca, yan üzerime yatırma, yüzükoyun yatır; yan yatırınca ola ki, yüzümü görerek şefkate gelir ve Allah’ın emrini, benim sebebimle yerine getirmekten şefkate gelir ve Allah’ın emrini, benim sebebimle yerine getirmekten vazgeçersin; ben de bıçağı görerek ürperebilirim, en iyisi sen, bıçağı da alt tarafımdan getir.51 Gömleğimi anneme vermeyi uygun görürsen, bu, onun için bir teselli vesilesi olabilir.” Hazreti İbrahim bu inceliği takdir eder:

- Ey Oğlum! Allah’ın emrini yerine getirmemde ne kadar yardımcısın!”52

Rivâyette gelen bu tafsili, kısmen teyit eden Kur’ânî karineler var. Biri müteakiben kaydedeceğimiz âyettir ki, âyette Hazreti İsmail’in kesilmek üzere “alnı üzerine yatırıldığına” dair teferruata yer verilmesi, yukarıda kaydettiğimiz rivâyetteki teslimiyete müteallik inceliklerin çoğunun teyidi olmaktadır:

فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَۤا إِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَۤا إِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Böylece ikisi de (Allah’a) teslimiyet gösterip, (babası oğlunu) alnı üzerine yatırınca, Biz: ‘Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın, işte Biz iyi davrananları böylece mükâfatlandırırız.’ diye seslendik.”53

Ya anne? Kur’ân’da annenin tavrı belirtilmemiş. Ancak bu ideal aileden, “Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinde olan ehl-i beyt”ten54 aynı İbrahimî teslimiyetten başka bir şey beklenemez. Hazreti İbrahim’in, ailesinin bütün fertlerini ilgilendiren böyle ciddî bir kararda, -tarih kitaplarında yer alan bazı rivâyetlerde yer verilen bir kısım teferruatın rağmına- en azından onları ikna etmek için, meseleyi onlara arz etmediğini, İsmail’i annesinden gizlice kaçırarak kurban mahalline götürdüğünü söyleyemeyiz. O, rahmet ve berekete mazhar İbrahimî ailenin annesi, yüreği Hazreti İbrahim’inkinden belki de on kat daha fazla yanarak, İsmail’inin Allah yolunda Kurban edilmesine razı olmuştur, tıpkı bidayette, o çöle yapayalnız bırakılmalarına razı olduğu gibi. Nitekim Taberî’deki bir rivâyet, Kur’ân’da kapalı olan bu hususu açar. İblis’in anneyi isyana teşvik hususundaki iğvasına annenin cevabı: “Eğer bunu Rabbi emretmişse biz Allah’ın emrine teslim oluruz.”55 olmuştur. Bu arada hemen kaydedelim: Şeytan, Hazreti İbrahim, Hazreti İsmail, Hazreti Hâcer hepsine birer birer uğrayarak hislerini tahrik edici sözler söyler, o hissî ortamda onları şaşırtmaya, isyan ettirmeye çalışır. Ancak her birinden benzer cevaplar alır: “Allah emrettiyse göz baş üstüne!” derler.56

Evet ideal İbrahimî aile, baba-anne ve evlât olarak bütün fertleriyle Allah’a teslim olmuş ailedir. Ferdî hayatta olduğu gibi, ailevî hayatta da İslâmî-hanîf şahsiyetin birinci şartı Allah’a teslimiyettir. Diğer vasıflar ve davranışlar bu teslimiyetten istikamet, şekil, renk ve muhteva alacaktır.

Bütün efradı, ilâhî rızaya uygun böyle bir hulûs ve teslimiyet hâlini, iradeleriyle kesben kazanan bu bahtiyar aileyi, Hakîm olan Yüce yaratıcı, kıyamete kadar gelecek olan bütün mümin nesillere “örnek kılmak” ve onların aralarında “yad-ı cemille anılmak”la mükâfatlandırır. Bu mükâfatın yanında, Hazreti İbrahim’in ateşten, İsmail’in bıçaktan, Hâcer’in susuzluktan kurtulma nimetleri pek ehemmiyetsiz kalır.

Evet onları yücelten, Allah’ın emirleri karşısındaki hulûslarıdır, kurtuluşları da hulûsları sebebiyledir. Kur’ân’da zikri geçen birkaç örnek aile arasına girişleri de bu hulûsları sebebiyledir. Böyle örnekleri müminlere sunmak Rabbimizin bu ümmete bir lütfu ve rahmetidir, belki de böylesi bir rahmete mazhariyet onun ümmet-i merhûme lâkabına vesiledir.

Bütün aile efradının Allah’ın emri karşısındaki hassasiyetlerini en güzel şekilde ortaya koyan kurban hâdisesinin rüyada söylenmesi, İbrahimî ailenin ihlâsını arttıran bir durum olarak değerlendirilir: “Uyanıkken gelen bir emre zaten itaat edeceklerdi, esas hassasiyet, rüyada gelen bir emre itaattir.” denmiştir.57 Bizim onlardan alabileceğimiz en büyük ders, en yüce örnek ve feyizli ibret de bu hulûslarıdır. Bizleri küfrün ateşinden, dalâletin bıçağından, hakikatin susuzluğundan kurtaracak şey de sadece ve sadece hulûstur, ihlâstır. Hayatımızı İbrahimvârî Allah’ın rızasına göre yönlendirmemiz, her şeyde hevadan kaçıp rızayı arama gayretine girmemiz bize de çok şeyler kazandıracaktır.

Evet fenâ fi’r-rıza olan İbrahimî aile, kıyamete kadar müminlerin dilinde günde en az beş vakit ve her vakitte de kaç kere tekrar ile anılmaya, sevgili peygamberleri Fahr-i Âlem ve O’nun faziletli Âline rahmet talebinde bulunurken şefaatçi makamında zikredilmeye lâyıktırlar. Biz onları seviyoruz. Rabbimizden, bizi, onların sünnetinden ayırmamasını diliyoruz.

1 Bakara sûresi, 124.

2 Mekke’ye gelişin ilâhî bir yönlendirme olması, hükmümüzü cerhetmez. Çünkü terbiyevî esasları vermede Cenab-ı Hak’kın, kast ve gaye gütmediğini söyleyemeyiz.

3 İbrahim sûresi, 37.

4 Muhammed İbn Muhammed, Cem’u’l-Fevâid, Medine, 1961, 1/1781 (1241.h.).

5 Kaynak ve başkaca teferruat için Hazreti Peygamber’in Sünnetinde Terbiye kitabımıza bakılsın, s.421, 468-470.

6 Daha geniş bilgi için Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi nâm kitabımız görülmelidir. (7/202-204)

7 İbn Kesir, Tefsîr, 2/543.

8 İbn Manzûr, 10/394.

9 A.g.e., s.373 ve devamı.

10 Mâlik b. Nebî, Perspectives Algeriennes, Cezâir, 1964, s.41, 43.

11 İbrahim sûresi, 35.

12 Bu hususta daha geniş açıklama için Hazreti Peygamber’in Sünnetinde Terbiye kitabımıza bakılmalıdır, s.375-379.

13 Ebû Dâvûd, cihad 104; Nesâî, kasâme 25 (8/36).

14 İbrahim sûresi, 37.

15 Zâriyât sûresi, 56.

16 Tâ-Hâ sûresi, 132.

17 Zâriyât sûresi, 57.

18 Bediüzzaman merhum, bu âyetten: “Rızkını kazanma bahanesiyle ibadetin ihmal edilmemesi gereğinin ders verildiğini anlar. (Bkz.: Lem’alar, 28. Lem’a, 2. Nükte 2. Vecih)

19 Âl-i İmrân sûresi, 191.

20 İbrahim sûresi, 40.

21 Tâ-Hâ sûresi, 132.

22 Suyûtî, el-Câmi’u’s-Sağîr, (Feyzu’l-Kadîr ile birlikte), 4/248.

23 Buhârî, cihâd 98, megâzî 29; Müslim, mesâcid 202-206.

24 Bakara sûresi, 127-129.

25 Buhârî, rikak 18, marda 19; Müslim, münâfikûn 71-78.

26 İbrahim sûresi, 41.

27 Buhârî, enbiya 8.

28 İbrahim sûresi, 40.

29 Sâffât sûresi, 100.

30 Bkz.: Bakara sûresi, 124.

31 Üstrûşenî, Ahkâmu’s-Sığâr, 1/215-216. Bu mevzuda teferruat için İslâm’da Çocuk Hakları adlı kitabımız görülebilir, s.91-93.

32 Kaylûle, öğle uykusuna denir. Kuşluktan ikindi vaktine kadarki zaman dilimi, kaylûle uykusunun vaktidir, kuşluktan önceki veya ikindiden sonraki uyku kaylûle değildir, mekruhtur. (Bkz.: Bediüzzaman, Lem’alar s.256; İbnu’l-Esîr, en-Nihaye, 4/132; Münavi, Feyzu’l-Kadîr, 4/531)

33 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 6/212. Bu vesile ile, rivâyetlerde gelen bazı farklılıkları telifen şu da söylenebilir: Hazreti İbrahim, İsmail’in en az mürahık ve hatta bülûğ çağına kadar ayda bir kere uğramış, daha sonra gelme işine ara vermiştir. Bülûğdan sonra zaten baba üzerinden terbiyevî alâka vecîbesi düşer. Kurban hâdisesi de bülûğdan önceki bir hâdisedir. Evlenme bülûğdan sonraya ait bir hâdise.

34 Bakara sûresi, 132.

35 Bakara sûresi, 131.

36 Âyette geçen “Yoksa Yakub can verirken siz yanında mıydınız?” ibaresi, hem Hazreti Yakub’un hem de atası Hazreti İbrahim’in bu tavsiyeyi ölüm anında da yaptığına dikkatimizi çekmeye yönelik ilâhî bir uyarı olsa gerektir.

37 Tahrîm sûresi, 6; Şûrâ sûresi, 45; Zümer sûresi, 15. Bu âyetler ailenin terbiyevî sorumluluğunu aile reisine yüklemektedir. Konu ile ilgili teferruat, İslâm’da Çocuk Hakları, Kur’ân’da Çocuk Terbiyesi, İslâm’da Temel Eğitim Esasları gibi terbiyeye müteallik eserlerimizde dercedilmiştir.

38 Sâffât sûresi, 106.

39 Sâffât sûresi, 100-111.

40 Zümer sûresi, 15; Hac sûresi, 11.

41 Bunu bir teşbih olarak kullandığımız açıktır, elbette ki İslâm’a iftira edildiği gibi cismanî bir öküzün varlığı ne Kur’ân’da ne de hadiste sözkonusu değildir.

42 Mümtahine sûresi, 4.

43 İbrahim sûresi, 37.

44 Şuarâ sûresi, 86.

45 Mümtahine sûresi, 4.

46 Hazreti Peygamber’in münafıklara karşı takip ettiği siyasetin safhaları ve teferruatıyla ilgili açıklamayı Peygamberimiz’in Tebliğ Metodları-1 adlı kitabımızda belirttik. Keza bkz.: Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, 3/521-528.

47 Tevbe sûresi, 113-114.

48 Tevbe sûresi, 84.

49 Bkz.: Taberî, a.g.e., 1/255; İbnu’l-Esir, el-Kâmil, 1/103.

50 Sâffât sûresi, 102.

51 Taberî, a.g.e., 1/288; el-Kâmil, 1/112.

52 Taberî, 1/275.

53 Sâffât sûresi, 103-105.

54 Hûd sûresi, 13.

55 Taberî, a.g.e., 1/274.

56 İbnu’l-Esir, a.g.e., 1/111-112.

57Beyzâvî, Tefsîr, 2/159.

Author: Prof.Dr. İbrahim CANAN - min read. - Post Date: 12/11/2020