İtikâf Sünnetini İhya Etmeye Var mısınız?





Author: Doç.Dr. Kadir PAKSOY - min read. - Post Date: 04/15/2022
Clap

Kalbi ve Ruhi hayat ile ilgili “kıllet-i taâm, kıllet-i kelâm, kıllet-i menâm ve uzlet ani'l-enâm” prensipleri vardır. Kişi, bütün bunları en güzel kıvamda itikâf, inziva yahut uzlet diyebileceğimiz adanmışlık ruhuyla gerçekleştirebilir.

Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini içinde barındıran Ramazan ayının son on gününe yani itikâf günlerine girmek üzereyiz. Peygamber Efendimiz’in Ramazan ayının son on gününe mahsus olarak tatbik ettiği ve asırlarca ümmeti tarafından da temsil edilen itikâf sünneti, bu zamanda daha geniş çapta eda ve ihya edilmeyi bekliyor. 

İtikâfa niyet ederek özellikle içinde bulunduğumuz mübarek zaman dilimini değerlendirebilir, dünyanın ekseriyetini etkisi altına alan salgın sebebiyle evlerimize ve hanelerimize çekildiğimiz bu süreci ahiret hesabına baki neticeler verecek güzelliklerle taçlandırabiliriz. Bu makalede ayet ve hadisler ışığında itikâfın önemi ve değeri anlatılmaktadır.

Bir yerde bekleme, durma ve kendini bir şeye adama, vakfetme mânâsına gelen itikâf; akıl, bâliğ veya temyiz kudretine sahip bir Müslüman’ın namaz kılınan yahut ibadet yapılan bir mekânda ibadet niyetiyle bir süre bulunması demektir. 

İtikâf için belli bir süre sınırlaması yoktur. Bu, kısa süreli olabileceği gibi, günleri, ayları hatta yılları ve bütün bir ömrü kapsayacak hüviyette de olabilir.

Şu hâlde Ramazan ayından başka zamanlarda da itikâf maksadıyla ibadet ve tâat ile meşgul olmanın genişliğini bilmekte fayda vardır. Nitekim bazı tarihî camilerimizin giriş kapısının üzerinde Arapça güzel bir hat ile 

نَوَيْتُ الْإِعْتِكَافَ لِلهِ تَعَالَى

şeklinde hatırlatıcı ifadeler vardır. Bunun mânâsı, “Allah rızası için itikâfa niyet ettim.” demektir. Esasen bununla, kişinin mescide namaz ve ibadet için girerken içeride bulunacağı süre zarfında itikâfa niyet etmesi, itikâf sevabına da nail olması hatırlatılmaktadır.

İtikâfa giren kimseye “mu’tekif” veya “âkif” denir. İtikâf, Kur’an ve sünnetle sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’de mealen: “Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın.” (Bakara, 2/187) buyrulur. Diğer bazı âyetlerde itikâf ibadetinin daha önceki ümmetlerde de yapıldığına işaret edilmektedir: “Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplanma ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim’i namazgâh edininiz! İbrahim ile İsmail’e de: ‘Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi (Kabe’yi) tertemiz bulundurun!’ diye emretmiştik.” (Bakara, 2/125). Hz. Zekeriya ve Hz. Meryem’in anlatıldığı Âl-i İmran Sûresi’nin 35. ve devamındaki âyetlerde itikâfın geçmiş Peygamberler ve ümmetlerde de cari olduğu anlaşılmaktadır.

İtikâf; vacip, sünnet ve nafile olmak üzere üçe ayrılır. Vacip olan itikâf, adakta bulunan kimse için geçerlidir. Bu, en az bir gün olur ve gündüzünde oruç tutulur. Sünnet olan itikâf, özellikle Ramazan’ın son on gününde Peygamberimiz’in yaptığı gibi mescitte itikâfta geçirmektir. Esasen sünnet olan Ramazan itikâfında son on gün ile gecelerini en güzel kıvamda ihya etmek, bu geceler arasında gizlenmiş olan bin aydan hayırlı Kadir gecesini idrak etmek vardır. (Buhârî, Leyletu’l-kadr 5; Müslim, İ’tikâf 7)

Ramazan ayının son on günündeki sünnet-i kifâye olan bu itikâfı, sahabeden birçok kimsenin yanı sıra Efendimiz’in (s.a.s.) hanımları da kendi hânelerinde namazgâh olarak tanzim ettikleri yerlerde gerçekleştirmişler, hatta Onun vefatından sonra da sürdürmüşlerdir. (Müslim, İ’tikâf 5)

Ramazan’ın son on günündeki sünnet-i kifâye olan itikâf için her beldeden bir kişinin itikâfa girmesiyle bu sorumluluk diğerlerinin üzerinden kalkmış olur.

Hz. Âişe’den rivâyete göre; Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Hicret’in ikinci yılında orucun farz kılınmasından vefatına kadar Ramazan’da itikâf yapmıştır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 67, 129). İtikâfta bulunduğunda zaruri bir ihtiyaç olmaksızın mescitten dışarı çıkmamıştır. Hz. Âişe Validemiz demiştir ki: “Aslında mu’tekif için sünnet olan şey, hasta ziyaretine gitmemesi, cenaze merasimine katılmaması, kadına temas etmemesi, kadının tenine tenini değdirmemesidir.” (Ebû Dâvûd, Sıyâm 80).

Müstehab yahut mendub olan itikâf ise, vacip ve sünnet olan itikâfların dışında herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerde itikâfa niyet etmektir ki, bunun belirli bir vakti ve mekânı yoktur. Bazı müçtehitlere göre nafile itikâfın süresi, birkaç dakika da olabilir. Hattâ mescide giren kimse, çıkıncaya kadar itikâfa niyet etse, orada kaldığı süre zarfında itikâfta sayılır. Nafile itikâfta oruç tutmak şart değildir.

Mescitteki itikâf, genellikle erkeklere mahsus bir uygulamadır. Kadınlar ise evinde, şahsî veya toplu olarak ibadet edebilecekleri bir yerde yahut namazgâhta itikâfta bulunabilirler. Mescitte kadınlar için tahsis edilen uygun bir mekân varsa, orada kısa veya uzun süreli itikâfa niyet edebilirler.

Ramazan Ayında İtikâf

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Hicret’in ikinci senesinde orucun farz kılınmasından itibaren Ramazan aylarının son on gününü itikâfta geçirmiştir. Mescitte bir bölme yaptırmış ve özellikle orada geceleyin çok az uykuyla yetinerek ekser vakitlerini ibadetle ihyâ etmiştir. Gündüzlerinde ise ibadet, tâat, dua, Kur’an kıraati, namaz kılıp kıldırmak ve kısmen istirahat ile meşgul olmuşlardır. (Buhârî, İtikâf 1-8; Müslim, İ’tikâf 1-12).

Hz. Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir: “Rasulullah (s.a.s) Ramazan ayında, diğer aylardan daha fazla ibadet yapmaya çalışırdı. Ramazan’ın son on gecesini sair gecelere nispetle daha ciddi ihya ederdi. Bu geceleri ihyâ etmeleri için hususiyle aile fertlerini de uyandırırdı. Ciddiyetle ibadete yönelir ve eşleriyle ilişkiyi keserdi.” (Buhârî, Leyletu’l-kadr 5; Müslim, İ’tikaf 7).

Ebû Hureyre (r.a.) demiştir ki: “Rasûlullah (s.a.s.) Ramazan’ın son on gününü itikâfta geçirirdi. Ancak vefat ettiği sene yirmi gün itikâf yaptı.” (Buhârî, İ’tikâf 17). Enes b. Mâlik’in (r.a.) rivâyetine göre bunun bir hikmeti, Efendimiz’in önceki yılın Ramazan ayını seferde geçirmesi, dolayısıyla ertesi yıl yirmi gün itikâf yapmak suretiyle geçmişin kazasını da yapmasıdır. (Tirmizî, Savm 79)

Efendimiz’in muazzez ve müberra zevceleri, oturdukları hânelerinin bir köşesini namazgâh olarak tanzim etmişlerdi. Orada ibadet ve tâatlerini sürdürürlerdi. Hanelerinde geçirdikleri zamanın önemli kısmını itikâf nevinden ibadetle ihya ederlerdi. Hücresinde Efendiler Efendisi’ni misafir etme nöbeti hangi hanımına gelmiş ise, onun hanesi şereflenirdi. Efendimiz (s.a.s.), misafir olduğu hücrede gecenin bir kısmında istirahat buyurur, bir kısmında namazgâh olarak tanzim edilen mevkide gece namazını (teheccüd) uzun uzadıya ifa ederdi. Vaktin sünnetlerini ve özellikle Kuşluk namazı gibi nafileleri de hanımlarının hanesindeki bu namazgâhlarda kılardı. Daha sonra mescide çıkarak farz namazı kıldırırdı. Onun ibadet hayatını birebir gören hanımları da aynı şekilde bunları kendi hayatlarına katarak tatbik ederlerdi. Nitekim Âişe validemiz, Efendimiz’den kuşluk namazını her daim kıldığını gördükten sonra hayatı boyunca bunu sürdürmeye azami gayret gösterirdi. Ayrıca kendisinden ilim öğrenmeye gelen erkek ve kadınlara da bu tür nafile ibadetleri tavsiye ederdi. (İbn Hanbel, el-Müsned, VI, 106).

Efendimiz (s.a.s.), bir defasında Cüveyriye Validemizin hanesine uğradığında onu namazgâhta ibadet ve itikâf üzere bulur. Tekrar ona uğradığında aynı vaziyette görür ve ona şu faziletli duayı öğretir: “Sübhanallahi adede halkıhî, Sübhanallahi ridâ nefsihî, Sübhanallahi zinete arşihî, Sübhanallahi midâde kelimâtih” (Müslim, Zikr 79)

Netice

Geçmiş peygamberlerde ve ümmetlerde cârî olan itikâf, Efendimiz (s.a.s.) ile en güzel kıvamda ihyâ edilmiş, Sahabe-i Kirâm ve sonraki nesillerle temsil edilmiş, asırlarca tatbik edilerek sürdürülmüştür. Efendimiz’in söz, fiil ve uygulamalarında itikâfın önemli bir yeri olduğu âşikârdır.

Kur’ân’ın bize isimlerini ve vasıflarını bildirdiği nice peygamber vardır ki, Allah yolunda kendilerini yüce hakikate adamış olarak vazifelerini hakkıyla edâ etmişlerdir. Onlar bu ağır peygamberlik vazifesini yerine getirirlerken bir taraftan Rablerine en güzel kıvamda yönelerek itikâf neşvesi içinde kullukta bulunmuşlar, diğer taraftan da halkla beraber olarak onları hak ve hakikate davet etmişlerdir.

Sözlerin en güzeli “Kitâbullah”, yolların en güzeli “Peygamber Efendimiz’in Yolu”dur. “Peygamber Yolu” ise O’nun Sünnet’ine tâbi olmaktan geçer. Sünnet’e sarılmak ve onu hayata hayat kılmak, özellikle şartların ağırlaştığı günümüzde daha ziyade önem taşımaktadır. Bilhassa unutulan yahut unutulmaya maruz kalan Sünnetlerin ihyâsı, dün olduğu gibi bugün de Müslümanların en hayatî sorumluluklarındadır. Unutulmaya maruz kalan sünnetlerden birisi de itikâftır. İtikâfın Ramazan ayına mahsus bir sünnet olarak bilinmesinin yanında sair zamanlardaki müstehab (mendub) olan yönü de vardır ki, bunu hayatın bütününe teşmil etmek gerekmektedir.

İtikâf, kişiyi beşerî ve nefsanî bir kısım arzu ve isteklerden alıkoymakta, kalb ve ruhun derece-i hayatına yükseltmektedir. Bilhassa günümüzde insanları mâlâyâni şeylerden ve özellikle günah bataklığına sürükleyen her türlü eraciften, maddî ihtiras ve pürüzlerden koruyup arındıracak bu türlü maneviyat menfezlerine ihtiyaç vardır. Ferdî yahut topluluklar hâlinde itikâf neşvesiyle ifâ edilerek bunlar gerçekleştirilebilir.

Nice mâneviyat büyüğü, zamanlarının belli bir kısmını halkla beraber geçirirken önemli bir kısmını Hakk’la beraber olmaya adamışlardır. Onlar, mâneviyat koylarına dalarak gün ve gecelerinin belirli bir kısmını itikâf hüviyetinde geçirmeyi kollamışlardır. Zaten mâneviyat âleminde yol almak, Hakk davasına hizmette muvaffak olmak, Allah’la irtibatın kavi olmasıyla mümkündür.

Tasavvuf ehli arasında kemâle ermek için az konuşma, az yeme, az uyuma ve uzlete çekilip Rabbine yönelme şeklinde ifade edilen “kıllet-i taâm, kıllet-i kelâm, kıllet-i menâm ve uzlet ani'l-enâm” prensibi vardır. Kişi, bütün bunları en güzel kıvamda itikâf, inziva yahut uzlet diyebileceğimiz adanmışlık ruhuyla gerçekleştirebilir. Bunların yanı sıra itikâfın insana kazandıracağı kemâlâtı ve güzel hasletleri şöylece sıralayabiliriz:

  • Allah’a en yakın ve makbul bir kul olmanın yolu, itikâf ve inzivadan geçer.
  • Allah’ın en sevdiği kul olan Habibullah’a (s.a.s.) benzemenin yolu itikâftan geçer.
  • Meleklerin duasına mazhar olmanın yolu itikâftan geçer.
  • Âhirete hazırlanmanın en kestirme yolu itikâftan geçer.
  • Kulluk şuuruna ermenin yolu itikâftan geçer.
  • Nefis muhasebesi yapmanın en selâmetli yolu itikâftan geçer.
  • Kalb ve ruhun derece-i hayatına girmenin yolu itikâftan geçer.
  • Ahlakî erdeme ermenin ve güzel hasletlere ulaşmanın yolu itikâftan geçer.
  • Günahlardan uzak durmanın ve günahlardan arınmanın yolu itikâftan geçer.
  • Kötü hasletleri terk etmenin yolu itikâftan geçer.
  • Şeytandan ve yoldaşlarından korunmanın yolu itikâftan geçer.
  • Ne mutlu itikâfı hayatına hayat kılan ve kendilerini Hakk’ın yoluna adayan ruhlara!
Author: Doç.Dr. Kadir PAKSOY - min read. - Post Date: 04/15/2022