Kur'ân Kıssalarındaki Hikmetler





Author: Prof.Dr. Muhittin AKGÜL - min read. - Post Date: 04/29/2020
Clap

Kur’ân’ın sırlarını lâyıkıyla anlamaya ve tetkik etmeye muktedir olmayan bir kimse, Kur’ân'a müracaatından bir fayda temin edemez. Zira anlamaz ve Kur’ân'a itirazları da anlamadıklarındandır.

 

Kur’ân, tarihe ait, bir takım peygamberlerin ümmetleriyle olan konuşmalarını, onlara nasihatlerini, peygamberlere uyanların sahil-i selâmete çıktığını, uymayanların felâketten felâkete sürüklendikten sonra yerin dibine serildiklerini beyanla, Ümmet-i Muhammed-i (sallallâhu aleyhi ve sellem), geçmiş ümmetlerin ahvalinden haberdar ettiği gibi, daima uyanıklığa davet eder.

Meselâ: Evvelâ Hazreti Âdem’le şeytan arasında cereyan eden vakayı beyanla, Ümmet-i Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) şeytanın ne derece maharetli ve gaddar bir düşman olduğunu, insanları iğfale kendisini adadığını, kıyamete kadar bu husumetin şeytanla Âdem evlâtları arasında devam edeceğini, şeytanın asla fırsat kaçırmayacağına yeminler ettiğini beyanla, insanlara şeytana karşı uyanık bulunmayı ve gizli vesveselerine aldanmamayı tavsiye eder. Ve إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنْسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ “Çünkü şeytan, insanın besbelli düşmanıdır.” (Yûsuf sûresi, 12/5) âyetinin sırrı her zaman zuhur etmekte olduğundan, Kur’ân’ın bir çok sûrelerinde münasebet düştükçe Cenâb-ı Hak, şeytanın güçlü bir düşman olduğunu tekrar ber tekrar insanlara hatırlatmakla, ehemmiyetle sakınılacak bir düşman olduğunu ilân etmiştir ki, aldananlar için itizara mecal kalmasın.

Yine bunun gibi Hazreti Yusuf’la biraderleri arasında cereyan eden vakayı, Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) Mısır’da geçirmiş olduğu olayları, özel bir sûrede beyanla, insanları bir çok problemin çözülmesine, bir çok meselenin fetvasına muttali kılmakla dikkate davet eder.

 

Yusuf Sûresi’nden Misaller

1-Meselâ: “Rüya-yı sâdıkanın neticesi zuhur eder mi?” sualine cevap: Evet zuhur eder. Zira Hazreti Yusuf’un rüyasının neticesi aynen zuhur etmiştir. Rüyayı tabir lâzım mıdır? Evet erbab-ı ilim ve hüsn-ü hâl sahibi bir kimseye tâbir ettirmek lâzımdır. Zira melikin rüyasını Hazreti Yusuf tabir etti ve tabirin neticesi ayniyle zuhur etti.

2-Meselâ: “Hasedin neticesi nedir?” sualine cevap: Hacalet ve mahcubiyettir. Zira Hazreti Yusuf’un kardeşleri ona karşı pek mahcup bir vaziyette kaldılar. Çünkü bu vukuatın asıl sebebi, Hazreti Yakub’un, Yusuf’u (aleyhisselâm) ziyadece sevmesine haset ederek Hazreti Yusuf’u pederlerinin gözü önünden kaybetmekti.

3-“Kadınların meşru olmayan tekliflerine iltifat etmemenin neticesi nedir?” sualine cevap, aziz olmaktır. Zira Yusuf (aleyhisselâm), Zeliha’nın teklifine iltifat etmediğinden dolayı neticede hakkında meydana gelen isnattan arınarak, herkes katında makbul ve Mısır’a aziz oldu.

4-“Bir kimsenin kendini bilmeyen kimselere karşı maharetini ve faziletini bildirmesi caiz midir?” sualine cevap: Caizdir. Zira Yusuf (aleyhisselâm) Mısır melikine karşı kendinin ziraat ilmine ve işleri idareye vakıf, ilim ve fazilet erbabından olduğunu beyanla Ziraat ve Maliye Nazırı yapmasını melike tavsiye etti ve öyle oldu. Mısır’ı yedi sene arka arkaya gelen kıtlıkla, melikin meşhur rüyasını tabir ederek güzel idare etti ve her taraftan gelen yiyecekler hususunda Mısır’ın yöneleceği kişisi oldu ve Hazreti Yusuf’un mahareti sayesinde Mısır ın hazinesi mal ile doldu.

5-“Sabrın neticesi nedir?” sualine cevap: Selâmettir. Zira Yusuf (aleyhisselâm) sabretti, selâmeti buldu.

6-“Meşakkatin neticesi nedir?” sualine cevap: Rahattır. Zira Yusuf (aleyhisselâm) çok meşakkatlere tahammül etti, gördüğü meşakkatlerden kat kat fazla rahat buldu.

7-“Ayrılığın neticesi nedir?” sualine cevap: Buluşma ve ülfettir. Zira Yusuf (aleyhisselâm) pederinin, akraba ve taallükatının çok zaman ayrılığını çekmiş ise de, neticede Mısır da bir araya geldiler ve ülfet ettiler.

8-“(Kişinin kendi şahsına) kötülük edenlere karşı ne yapmak lâzımdır?” sualine cevap: İyilik yapmak ve affetmek lâzımdır. Zira Yusuf (aleyhisselâm) biraderlerinin kendine yaptıkları muameleye hüsn-ü iltifat gösterdi ve iyilikle muamele etti.

9-“Evlâdın pedere karşı soğuk muamelesine ne yapmak lâzımdır?” sualine cevap: Pederin af ile muamele etmesi lâzımdır. Zira Hazreti Yakub (aleyhisselâm), oğullarının hatalarına istiğfarla mukabele etti.

10-“İstiğfar için bir vakit seçmek lâzım mıdır?” sualine cevap: Evet her vakit Cenâb-ı Hak’ka istiğfar lâzımsa da, mühim olan münacaatta seher vaktini gözetmek lâzımdır. Zira Hazreti Yakup, oğullarının hatasına istiğfar için seher vaktini seçmiştir.

11-“Kadere, insanların tedbiri fayda eder mi?” sualine cevap: Asla fayda etmez. Zira Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) Cenâb-ı Hak tarafından takdir edilen üstünlüklerine karşı biraderlerinin mâni olmak üzere yaptıkları tedbirin hiç faydası olmadı. Neticede takdir edilen zuhur etti.

12-“Mühim bir haberi ulaştırmak için müjdeci göndermek meşru mudur”? sualine cevap: Evet meşrudur. Zira Hazreti Yakub’un evlâtları, Yusuf’la (aleyhisselâm) görüşünce pederlerine müjdeci göndermişlerdir.

İşte bu sayılan meselelere, Yusuf Sûresi’yle cevap verildiği gibi, daha bu kitabın hacmine sığmayacak nice fetvalar, görülmedik ve duyulmadık hususlar, Yusuf’un (aleyhisselâm) hayat hikâyesini beyan eden bu yüce sûrede münderiçtir.

 

Kur’ân’dan Başka Misaller

1-Aynı şekilde Hazreti Nuh’un kavmi müptelâ oldukları şirki terketmeleri hususunda Hazreti Nuh’un (aleyhisselâm) nasihatlerini dinlemedikleri sebebiyle, Tufan ile boğulduklarını, kendine iman edenlerin Hazreti Nuh’un vahy-i ilâhî ile o zamana kadar numunesi görülmeyen gemiyi yapması, onun vasıtasıyla ehl-i imanın kurtulması Kur’ân’da değişik sûrelerde belli münasebetlerle açıklanır; küfrün helâk sebebi, imanın kurtuluş vesilesi olduğu, Nuh kavminin bin sene kadar payidar olmalarının netice itibariyle onlara hiç fayda vermediği beyan edilerek, Ümmet-i Muhammed uyanıklığa davet edilir; çok yaşamanın, servet ve malın, felâketten kurtarmayıp, insanı sahil-i selâmete çıkaracak şeyin ancak îman ve güzel amel olduğu açıklanır.

2-Yine Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) kavminin ölçü-tartıda noksan vermelerinin, helâk sebepleri olduğunu Kur’ân’da beyan etmekten bir maksat, muamelede noksanlığın helâk sebebi olduğunu beyanla Ümmet-i Muhammed’i ölçü-tartıda istikamete davet etmektir.

3-Yine Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da Hazret-i İbrahim’in (aleyhisselâm) Nemrut gibi o zamanın en güçlü hükümdarı olan bir zâlim ve gaddara karşı gösterdiği celâleti beyanla, doğruya sımsıkı yapışma hususunda şecaat ve celâdetin lüzumunu, Nemrud’un Hazreti İbrahim’i yakmak üzere göklere yükselen ateşinin tesirsiz kaldığını beyanla, Allah’ın kudretinin azametini, insan suretinde oğlu Hazreti İshak’ın (aleyhisselâm) doğacağını müjdelemeye gelen meleklerden olan misafirlere ikramını beyanla, misafire ikramın lüzumunu, Ümmet-i Muhammed’e beyan ve tavsiye etmiştir.

4-Hazreti Lût’un (aleyhisselâm) kavminin homoseksüellik gibi insanlığın çirkin gördüğü bir rezaleti işlemeleri helâklerine sebep olduğunu beyanla, livatanın (homoseksüellik) helâk sebebi olduğunu, meydana geliş şekliyle bildirmek, Ümmet-i Muhammed’i bu gibi fenalıktan nefret ettirmiştir. “Evet livata fenadır, işlemeyin!” demekle de yasaklanabilirdi. Velâkin koca bir kavmin helâkine sebep olduğunu beyan gibi de tesiri olmazdı ya!

Şu hâlde Kur’ân’ın kıssaları iki faydaya yöneliktir. Birincisi, bazı geçmiş milletlerin ahvalini ve peygamberlerinin nasihatlerini Ümmet-i Muhammed’e bildirmekle ibrete davettir. İkincisi, o kıssadaki iyi olan fiillerin seçilmesini, yok oluş sebepleri olan fiilerden sakınılmasını Ümmet-i Muhammed’e tavsiyedir.

5-Yine Kur’ân’da Hazreti Musa ile Firavun arasında cereyan eden hâdiselerde, ne acaip ve garip ibretli olaylar geçmiştir. Meselâ, kıptî kâhinlerinin Firavun’a, Benî İsrail’den doğacak erkek çocuğunun eliyle Firavun’un ve devletinin yıkılacağını haber vermeleri üzerine, Firavun’un yeni doğacak erkek çocuklarının katlini emredip binlerce masum kanı döktüğü bir zamanda Cenâb-ı Hak, Hazreti Musa’yı Firavun’un kucağında besletti. Bu ne şaşılacak bir manzara ki, Musa’yı aramak için kanlar döken bir cani, Musa’yı kemal-i hürmetle kucağında taç ve tahtını yıktırmak için hazırlıyor. Hazreti Musa’yı, elinden çıkan bir kaza sebebiyle Cenâb-ı Hak Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) yanına gönderdi. Çünkü Hazreti Musa’ya verilmesi mukadder olan “asâ”, Hazreti Şuayb da emanet idi. O vesile ile emanet sahibini buldu ve nice şaşılacak şeylere sahne oldu. Hazreti Şuayb’ın kerimesiyle mukadder olan izdivaç meydana geldi. Bilâhare Firavun’u imana davete ve Benî İsrail’i esaretten kurtarmaya Allah tarafından resûl olarak memur edildi. O zamanda dünyanın en güçlü hükümdarı ve en güçlü Firavun hükumeti Hazreti Musa’ya iman etmemelerine binaen helâk oldu gitti.

İşte birçok şaşılacak şeyi ihtiva eden bu hâdiseleri Cenâb-ı Hak Kur’ân’ın değişik sûrelerinde münasebet geldikçe beyanla, Ümmet-i Muhammed’i ibrete ve bir takım şaşılacak olaylara muttali olarak, insanları uyanıklığa davet etmiştir ki, hâdiselerin her safhası, bilinmeyen birçok meseleye derstir.

6-Meselâ; Kur’ân Hazreti Eyyub’un sabrını, sabrı sebebiyle neticede nail olduğu ilâhî mükâfatı beyanla, insanlara sabrı tavsiye ettiği gibi, Hazreti Süleyman’ın (aleyhisselâm) saltanatını, neticede asâsına dayanarak vefatını beyanla mala, mülke ve saltanata aldanmamak gerektiğini dahi tavsiye eder.

7-Hazreti Yunus’un (aleyhisselâm) balığın karnından kurtuluşuna sebep: لَۤا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ “Sen’den başka ilâh yoktur. Sen, her türlü kusurdan, eksiklikten, eşi-ortağı bulunmaktan mutlak münezzehsin. Ben, gerçekten kendine yazık edenlerden oldum!” (Enbiyâ sûresi, 21/87) tehlil ve tesbihine devamı olduğunu beyanla, insanlara musibeti tehlil ve tesbihle karşılamaları gerektiğini beyan ve tesbihe devamı tavsiye eder.

8-Hazreti Zekeriya’nın (aleyhisselâm) bir erkek çocuk istemek hususunda Cenâb-ı Hakk’a münacaatını beyanla insanlara, münacaatın yollarını talim eder.

9-Hazreti Meryem’in ibadet ve taatiyle bazı kerametlere, ilâhî lütuflara nail olduğunu beyanla, insanları ibadetlere ve taate teşvik eder.

10-Hazreti İsa’nın babasız ve “kün” (Ol!) emriyle meydana gelip, âleme nur saçtığını, hastaları tedavi ettiğini ve gözsüzlerin gözlerini açmakta iken gösterdiği tevazuu beyanla Kur’ân, insanlara kudret-i ilâhiyenin azametini gösterdiği gibi, tevazuu da tavsiye eder.

11-Resûlüllah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve ashabının başından geçmiş hâdiseleri, düşmanlarına karşı göstermiş oldukları şecaat ve cesaretlerin beyanla Kur’ân, insanlara düşmana karşı mukavemetin ve hakka karşı müdafaanın yollarını tarif eder.

İşte şu kitabın başlangıcından beri beyan olunan ve hayret edilecek hususları ihtiva eden Kur’ân, insanlara fayda ve zararlı şeyleri beyan ettiği yönüyle, insanların o büyük Kitab’a hürmetleri vacip olduğunu bildirmek için, Cenâb-ı Hak yine o Kitab’ın başlangıcında (daha ilk inen âyetlerinin birinde): لَا يَمَسُّهُۤ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ buyurmuştur. Yani “Kur’ân’a ancak hadesten ve necasetten temiz olan kimseler dokunur.” (Vâkıa sûresi, 56/79) demektir. Binaenaleyh cünup olan veya abdestsiz bulunan kimse Kur’ân’ı eline alamaz, alırsa günah işlemiş olur. Çünkü Kur’ân, insanlar üzerinde cereyan etmiş ve edecek olan hâdiselerin bütününün hükmünü vermiştir.

Binaenaleyh Kur’ân’ın halletmediği bir müşkil kalmamıştır. Zira herhangi bir kimse, bir müşkilini halletmek için müracaat ederse, Kur’ân o müşkili halleder ve bir meselenin dinî hükmünü aramak için müracaat edenin ihtiyacını Kur’ân karşılayıverir. Fıkıh kitaplarının çok geniş bir derya olan meselelerinin kaynağı Kur’ân’dır. Şu kadar ki, lâyıkıyla mânâsını anlayan ve hakikatlerini incelemeye muktedir olan kimsenin müracaatı lâzımdır. Çünkü, Kur’ân’ın sırlarını lâyıkıyla anlamaya ve tetkik etmeye muktedir olmayan bir kimse, Kur’ân'a müracaatından bir fayda temin edemez. Zira anlamaz ve Kur’ân'a itirazları da anlamadıklarındandır.

Kur’ân’ı okuyacak kimsenin şeytandan istiâze ederek başlaması lâzım olduğunu beyan için Cenâb-ı Hak: فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ buyurmuştur. Yani, “Sen Kur’ân okumayı istediğinde o kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığın.” (Nahl sûresi, 16/98) demektir ki, أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah Teâlâ’ya sığınırım.” demekle başla ve istiâzeden sonra Besmele okumak lâzımdır ki, bu sebeple sûrelerin evveline Besmele yazılmıştır. Kur’ân okunduğunda dinlemek vacip olduğunu beyan, dolayısıyla Vacip Teâlâ, وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَأَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ buyurmuştur. Yani, “Kur’ân okunduğunda siz onu kemâl-i ehemmiyetle ve merhamet-i ilâhiyeye mazhar olmanız için sükûnetle dinleyin!” (A’râf sûresi, 7/204) demektir. Çünkü Kur’ân’ın hitapları insanlara olup, ahkâmıyla amel insanlara vacip olunca elbette insanların dinlemeleri vaciptir.

Author: Prof.Dr. Muhittin AKGÜL - min read. - Post Date: 04/29/2020