Tefsir İlminde Usûl





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/19/2019
Clap

Kur’ân, asırları, mekânları aydınlatmaya devam etmektedir. Makbul yorumlar, muteber mezhep ve meşrepler Kur’ân’dan kaynaklansa da onlar Kur’ân’ı ihata edememekte, bilakis Kur’ân okyanus gibi onları kuşatmaktadır.

Tefsir metodolojisi adına Müslüman’ın yapması gereken ilk iş, Kur’ân’ın mâhiyeti (neliği) konusundaki anlayışını tazelemesidir. Yani Kur’ân’la iletişimini ayarlamak için nasıl bir tutum izleyeceğini belirlemesi gerekmektedir. Allah, Kur’ân’ında insanlara tecelli etmektedir, fakat onların çoğu bunun farkında değildirler. İnsan, tükenmek bilmeyen bu lütuf ve enerji kaynağından Kur’ân hattı vasıtasıyla beslenmelidir Kur’ân, arzı Arş’a bağlayan bu ehemmiyetinden dolayı, ibadet için Rabbimiz’in huzurunda bulunurken, mânevî seyirde O’na doğru ilerlerken, bize verilen başlıca vasıta olmuştur. Kur’ân, bir asansör gibi bizi Allah’ın huzuruna çıkarır, sözün bittiği yerde dilimizin bağını çözer, bu lâhuti kelâmı tilâvet ederek Rabbimiz’le iletişim kurarız. Kur’ân’ın bu özelliğine Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi vesellem) “hablullahi’l-metîn” (İnsanı Allah’a bağlayan sağlam kablo) nitelendirmesiyle işaret buyurmuştur.

İbadetimizde ondan feyiz aldığımız gibi, Rabbimiz’in onda tecelli eden yönlendirmelerini almak için fikir hayatımızda da ona yönelmeliyiz. Fakat insan pasif bir konumda, robot gibi kalırsa bu beslenmeyi yapamaz. Öte yandan Kur’ân, realiteden uzak kalmamızı istemez; bilakis gerçek hayatın içinde yaşamaya, onunla alışveriş içinde olmaya ve ona katkıda bulunmaya çağırır. İşte insan, çağının bir tanığı olarak Kur’ân’a yönelirken tarihî tecrübesini, kendi ihtiyaçlarını, sorunsallarını Kur’ân’a arz edip bu konularda onu konuşturmaya çalışmalıdır. Daha doğrusu hâlini ona arz ederek, edep ve nezaketle “Lütfen elimden tutar mısın?” tavrıyla ona yaklaşmalıdır. Onun nadide eşya ve mallarla dolu piyasasında ihtiyaç duyduğu şeyleri bulur bulmaz dört elle sarılıp hırz-ı can ederek kendine mâl etmeye çalışmalıdır.

İnsanın Kur’ânla diyalogunun tamamlanması için, kendisinin de ona cevap vermesi gerekir. Nitekim Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselam) “Kur’ân okuyan, Rabbi ile münacat (alçak sesle konuşma) gerçekleştirir.” diyerek bu üstün makama dikkat çeker.

Mesela bu sohbet esnasında Kur’ân’ın: “Nasıl, ihtiyacını karşılayan değerleri bulabildin mi?”, “Aldıklarından istifade ediyor musun?”, “Görevlerini yapıyor musun?”, “Dürüst, erdemli hayat sürdürüyor musun? “Çevrenle ilişkilerin nasıl?” gibi sorularına cevap vermemiz gerekir. Böylece sadece Kur’ân’ı konuşturma şeklinde tek yönlü bir yol değil, gidiş-geliş çift yönlü yol olarak işleyen bir diyalog sürdürmelidir. İnsan bu bilinçle Kur’ân’ı konuşturmayı bilmezse, yüzeysel bakışla onun bütün mânâlarını anladığını, onun imkânlarını tükettiğini sanır. Tefsir tekrarlardan ibaret kalır; biteviye donuk, bayat hâle gelir. Oysa Kur’ân tükenmek bilmez lütuflarla doludur. Fakat bu lütfu sağmak için, ihtiyacını bilerek edeple ona yaklaşmak gerekir.

İşte Hazreti Ali, Resûlullah’ın, kendilerine bıraktığı en kıymetli mirasın “bireysel Kur’ân anlayışı1 olduğunu söylerken, bu yaklaşımı kastetmişti. Hatırlatmakta yarar var ki bu diyalog, kişinin kendisinin veya çevresinin, önceden peşin olarak belirlediği cevabı almak için yapılmamalıdır. İnsan asla kendisinin veya diğer insanların Allah’tan daha iyi bildiği zımnî iddiasını taşımamalıdır. O, Allah’ın yarattığı bu muazzam kâinat sisteminin milyonlarca unsurundan sadece biri iken, O’nun, sınırlı fâni bir yaratığı iken, nasıl olur da Allah’tan daha isabetli, daha yerinde hüküm vereceğini düşünebilir?

Böyle bir yaklaşım, çağımızdan önceki Kur’ân anlayışlarını mahkûm etmez, değersiz hâle getirmez. Kur’ân değişmeksizin her asra, her seviyeye farklı ışınlar gönderir. Kristal bir avizenin ışık kaynağı ampul değişmediği hâlde, onun çevresinde farklı yerlerde oturanlar, avizenin taşlarının farklı açılarla tıraşlanması sebebiyle, farklı ışınlar ve renkler aldıkları gibi, bizler de bulunduğumuz konumlara göre Kur’ân’a yönelişimizden başka başka ışınlar ve renkler alabiliriz.

Demek ki klâsik anlayışları dışlamak, “Kur’ân iyi anlaşılmamış, asıl bizim bu anlayışımız tutarlıdır.” demek, haddi aşmaktır. Oysa şartlarına uyan yeni anlayışımız, tefsir kültür mirasının, bu asırlık çınarın gövdesine eklenen yeni bir halka olmaktadır. Gittikçe eklenen bu halkalarla, gövde daha da genişlemekte, ağaç daha fazla güçlenmektedir. Bu bilinçle hareket edilmezse, yapılan iş, içi doldurulamayan bir “Kur’ân İslâm’ı” iddiasından öteye geçemez. Unutmamak gerekir ki Kur’ân’ın muhkemat denilen değişmez, kesin gerçeklerinin yanında farklı anlayışlara imkân veren esnek hükümlerinin ve müteşabihlerinin bulunması da bir gerçektir ve bu, aynı zamanda onun, Allah’ın sözü olmasının bir delili sayılmalıdır. Bu müteşâbih âyetler, farklı nesillerin, farklı ihtisasların, farklı seviyelerin Kur’ân tefsirini yeni yorumlarla zenginleştirmelerine imkân vermektedir.

İşin sonu nereye varır? Bunu bilmek bizim görevimiz değildir. Bize düşen, yapabileceğimizi yapmaktır. Her şeyden önce, benim bir şey olmam, bir varlık göstermem gerekir. Zira netice beklemek için, bir vesile ortaya koymak icap eder.

Konulu Tefsir

Konulu tefsir Kur’ân-ı Kerîm’e bütüncül bir bakış yapmaya çalışıyor. Bu bakımdan faydalı görülüyor. Çünkü Kur’ân-ı Hakîm’in temel konularını nasıl ele aldığını, yani netice itibarıyla Kur’ân’ın insanlara muayyen konularda verdiği bakış açısını ve düşündürdüğü fikri bildiriyor. Bunu bildirmeye çalıştığı için oldukça önemlidir.

Fakat bu hususta bir iki problemle karşı karşıyayız, bunlardan başta geleni şudur: Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerîm, konuları bölümlere ayırarak bildirmiyor. Böyleyken “Kur’ân-ı Kerîm’in bu özelliğine uymayan bir tarzda meseleleri ele almak ne derece isabetlidir?” sorusu ciddî bir sual olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna çeşitli izahlar getirmek mümkündür.

Kur’ân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ın ilm-i muhiti tarafından geliyor. Biz insanlar ise âciziz. Bizim akıllarımız mahduttur. Dolayısıyla idrakimizi aşan tarzda ilm-i muhitten gelen konulan, olanca kapsamıyla anlayamayız. Bundan ötürü, konuları daha iyi anlayabilmek için biz, birtakım aklî tahliller, plânlamalar ve tasnifler yapmak ihtiyacındayız. Bu mütalâa, konulu tefsiri meşru gösteren bir izah tarzı olabilir. Fakat bununla beraber konulu tefsiri çalışan kimsenin, Kur’ân-ı Kerîm’in esas telif tarzını unutmaksızın ve bunu da okuyucuya zaman zaman hatırlatmayı ihmal etmeksizin konuya bakması isabetli olur. Konulu tefsir çalışan kimsenin şunu belirtmesi lâzım: “Benim yaptığım bu iş, şahsî ve içtihadî bir iştir. Kur’ân-ı Kerîm’in bu konuyu bildirmesini olanca kapsamıyla gösteremeyebilirim. Benim yapmaya çalıştığım, bu konuda imkân ölçüsünde bir fikir vermekten, bir gayretten ibarettir.”

“Tefsirde kurallar olmamalı.” temennisini anlamak oldukça zor. Sanki ifrat karşısında bir tefrit ifadesi. Mevcut formülasyonu ile tefsir metodolojisi kuralları ve terimleri Kur’ân-ı Kerîm’de olmasa, Hazreti Peygamber onları bildirmese de Müslüman toplumun ve İslâmî ilimlerin gelişmesiyle duyulan ihtiyaç sonucunda bu kurallar ortaya çıkmıştır. Bunlar; Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri, Kur’ân’ın hadislerle tefsiri, sahabenin anlayışına önem verilmesi, Arap dil kurallarına göre tefsiri, muhkem mânâların esas alınması, İslâm dininde kesin olan verilere (zarûriyât-ı diniyyeye) dayanıp onlara aykırı yorumlar yapılmaması gibi makul prensiplerdir. Bunları tefsirin gelişmesine ayak bağı sanmak doğru olmaz.

Bilimsel Tefsir

Bazı müellifler tarafından “İlmî Tefsir”, “Fennî Tefsir” veya “Bilimsel Tefsir” adı verilen bir tefsir çeşidi var. Hatta bazıları bunu “ilmî tefsir metodu” olarak nitelendiriyor. Bundan maksat: “Bazı âyetlerle tabii ilimler arasında ilişki kurmak ve bazı âyetleri bu ilimlerdeki keşiflerin ışığında yorumlamaktır.” Kanaatimce bu tezahüre “metot” denilmesi isabetli değildir. Zira, mutad tahlilî tefsir metodunu uygulayan müfessir, âyetin işaret ettiğini düşünebileceği mânâlardan biri olarak, ilgili tabiat bilimindeki veriyi değerlendirip yorumları arasında onu da zikretmektedir. Bununla o, esas uyguladığı klâsik tahlilî tefsir metodunun dışına çıkmış değildir.

Diğer taraftan bu adlandırma, hem muhteva hem de lâfız yönünden yanlış olduğundan, daha fazla yayılmadan düzeltilmelidir. Zira bu kavram, dini gerçek kabul etmeyen “pozitivist” felsefeden kaynaklanmıştır. Bu felsefenin kurucusu A. Comte ilimleri tasnif ederken fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi tabiî ilimlere “sciences (ilimler)”, buna mukabil edebiyat, din gibi sözel alanlara ise “lettres (edebiyat)” demektedir. “Müspet ilimler” tabiri, onun kullandığı “sciences exactes” teriminin tercümesinden ibarettir. Bu yüzden, bu düşüncede olanlar “ilim” deyince “fen” dediğimiz “fen bilimleri”ni kastetmekte, âdeta diğer ilimleri “ilim” kabul etmemektedirler. Nitekim Fen Fakültesi için “Faculte dessciences” demişlerdir. Bunu Arapçaya çevirenler sciences için “ulûm”, Fen Fakültesi için de “külliyyetu’l-ulûm” ismini kullanıp dile yerleştirmişlerdir.

Bu adlandırmaya kanan bazı son dönem Arap müellifleri, binlerce senelik “ilim”i, bu pozitivist çerçeveye hapsetmiş, bu bilgileri göz önünde bulunduran tefsir tezahürüne “et-tefsiru’l-ilmî” demeye başlamışlardır. Bunların başında M. Hüseyin ez-Zehebî gelmektedir. Özellikle onun et–Tefsir ve’l-müfessirûn kitabından tercüme edilerek Türkçede “İlmî Tefsir” diye tuhaf bir adlandırma ortaya çıkmıştır. Bu durum, birçok kişiye diğer tefsirlerin “ilmî olmayan” tefsirler olduğu zannını verip, kavram karışıklığına yol açmıştır. Oysa Türkçede güzel bir ayrımla “fen” terimi bulunmaktaydı ve bununla “tabiat bilimleri” kastedilmekteydi. Bunun farkına varıp Türkiye’de “fennî tefsir” diye karşılasaydık hem kavram kargaşasından kurtulacak hem de çağdaş bazı Arapların düştükleri hatadan uzak durmuş olacaktık.

Buna değindikten sonra şu konuya geçmek istiyorum: Bu tezahüre “ilmî tefsir” metodu demesek de tefsir ilminin, geçen asırlarda çeşitli ilimlerden yararlandığı gibi, fen bilimlerinden de yararlanabileceğini söyleyebiliriz.

Ben şahsen, Kur’ân-ı Kerîm’in alışılmış mânâda, sadece bir din kitabı olduğunu düşünmüyorum. Kur’ân-ı Hakîm’de çok çeşitli konular ve işaretler var. Özellikle, tabiî bilimlerin sahasına giren gerçekten çok âyet ve işaretler bulunmaktadır. Tantavî Cevherî’nin öne sürdüğü 750 âyet meselesini çok yabana atmayalım.

Unutmayalım ki Kur’ân, tevhid akidesinin gereği olarak, tenzilî kitabın birimlerine “âyet” dediği gibi, tekvinî kitap olan kâinat kitabının birimlerine de “âyet” der. Hatta bu ikinci kısmın örneklerinin daha çok olduğunu da söyleyebiliriz. وَآيَةٌ لَهُمُ اللَّيْلُ “Gece de onlar için bir âyettir.” (Yasin sûresi, 36/37) gibi birçok âyette biz, işte bu tabiî bilimlerin alanına giren hadiseler için de “âyet” kelimesinin Allah’a, Allah’ın varlığına, kudretine, ilmine, hikmetine işaret anlamında kullanıldığını görüyoruz. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm bu taraflara da insanların dikkat etmelerini istemiştir. Bu mânâların tefsirde yer almasına kategorik tarzda, bilkülliye karşı çıkmak münasip değildir.

Bazıları, Şâtıbî gibi bazı otoritelere dayandıklarını zannederek, Kur’ân’ın mânâlarını, on dört asır önce yaşamış sıradan bir Arap’ın fikrî seviyesi ile sınırlandırmak isterler.2 Aslında bu iddia, Kur’ân’ı Allah Teâlâ’nın vahyi kabul etmeyen oryantalistlere aittir. Oysa Kur’ân, ilmi her şeyi kuşatan Allah’tan gelmiştir. Fânî, âciz, sınırlı beşer bilgisinden kaynaklanmış değildir ki onun irade ettiği mânâlar da beşer kapasitesiyle sınırlı olsun. Bu konuda sözün doğrusunu İbn Aşûr söylemiştir: “Binaenaleyh hangi ilim dalı olursa olsun, gerçek olup âyetle münasebeti de kurulabiliyorsa, insanların anlayışlarının ulaştığı veya ileride ulaşacağı nispette, o ilmî gerçeğin âyetten murat edildiği kesindir. Arapçada mümkün mânânın dışına çıkmamak, delile dayanmadan zâhirî mânâdan uzaklaşmamak ve aşırı zorlama yapmamak şartıyla, irtibat kurulan mânâ muteberdir.”3

Çağdaş dönemde M. Hamdi Yazır, Said Nursî, Merâğî, Tabatabâî, Muhammed Draz, Seyyid Kutub, İbn Aşûr, M. Şa’râvî, Süleyman Ateş gibi birçok müfessir, fennî tefsir konusunda bu mutedil tutumu benimsemişlerdir.

***

Tefsir metodolojisi bakımından yeni bakış açıları kazanmak için orijinal fikirler ihtiva eden bazı eserleri de bu kabîl toplantılarda, onlar hakkında tebliğler hazırlatıp müzakere etmek sûretiyle değerlendirmek gereklidir -Dihlevî’nin el-Fevzu’l-Kebir’i, M. Draz’ın en-Nebeu’l-Azim’i, Said Nursî’nin Muhâkemât’ı gibi-. Bu vasıfta eserlerin de oldukça ender olduğunu söylemeye hacet yoktur.

Suyûtî (ö.911) el-İtkan fî ulûmi’l-Kur’ân adlı eserinde İslâmî ilimleri hurma meyvesine benzeterek meâlen şöyle der: Bir kısım ilimler şuna benzer: Meyve belirmiş, olgunlaşmış ve yiyilip tüketilmiştir: Sarf, Nahiv, Lugat gibi ikinci bir kısım şuna benzer: Meyve belirmiş, olgunlaşmış, ama yiyilip tüketilmemiştir: Hadis İlmi gibi. Üçüncü kısım ise şuna benzer: Meyve ham olarak belirmiş, ama henüz olgunlaşmamıştır: Tefsir gibi. Dolayısıyla Kur’ân tefsirinde yapılacak daha çok şeyin geriye kaldığını âlimlerimizin asırlar önce açıkça beyan ettiklerini görmekteyiz.

Kur’ân’ı yorumlama konusunda İslâmî ilimlerde mevcut olan fikir mirası, Kur’ân’ı anlama metodunun ihtiyaç duyacağı malzemeyi ihtiva etmektedir. Ama daha önce işletilen madenlerin yanında, işletilmeyi bekleyen cevher filizleri de bulunmaktadır. Bunları işletmek için, çeşitli bilim dallarındaki gelişmelerden yararlanmalıdır. Biz, Kur’ân’ın mânâlarını şimdiki muhataplara eski ifadelerle sunmakla yükümlü değiliz. Aksine, kendi zamanımıza ve imkânlarımıza göre nasıl sunacağımızı formüle etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîm, her döneme yerine getirecek bir görev bırakmış ve işleyecekleri malzemeyi önlerine koymuştur.

Kur’ân, asırları, mekânları aydınlatmaya devam etmektedir. Makbul yorumlar, muteber mezhep ve meşrepler Kur’ân’dan kaynaklansa da onlar Kur’ân’ı ihata edememekte, bilakis Kur’ân okyanus gibi onları kuşatmaktadır. Vallahu a’lem.

 

Dipnotlar

1 ما عندنا إلا ما في القرآن إلا فهما يعطاه رجل في كتابه (el-Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî 10/159)

2 Bilimsel veya fennî tefsir konusunun temellendirilmesi, lehte ve aleyteki tezlerin tartışılması için bkz.: Suat Yıldırım, Ta’sîlu’l-i’cazi’l-ilmî fi’l-Kur’ân ve’s-sünne içinde s.37-66, Mekke, 1987. C. Kırca, Kur’ân-ı Kerîm ve Modern Bilimler, İst. 1982.

3 İbn Âşûr, Tefsîru’t-tahrir ve’t-tenvîr, Tunus, 1984, 1/145. Bu konuda tafsilât için şu çalışmalara bkz.: Suat Yıldırım, Ta’sîlu’l-i’câzi’l-ilmî fi’l-Kur’ân ve’s-sünne içinde s.37-66, Mekke, 1987. C. Kırca, Kur’ân-ı Kerîm ve Modern Bilimler, İst. 1982. Suat Yıldırım, Kur’ân ve Modern Keşifler, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 1990; aynı müellif, Bilimsel Tefsir, İSAV.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/19/2019