"Ben Rahmân'a bir oruç adadım.





min read. - Post Date: 04/29/2019
Clap

“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara sûresi, 2/183)

Oruç, dinimizin en büyük rükünlerinden ve Yüce Şeriat’ın en kuvvetli kanunlarındandır. Devamlı kötülüğü telkin eden nefis (nefs-i emmare), bu cihadla terbiye edilir, kötülüğe olan hırslar bununla sakinleştirilir. Oruç, bir kalb işi, bütün gün yiyecek, içecek ve cinsî münasebet gibi isteklerden nefsi alıkoymaktan oluşan kudsî bir cihaddır. Hayatın lezzetini, iradenin kıymetini tattıracak en güzel bir ibadettir. Fakat insan nefsine, ilâhî emirlerin en meşakkatlisi görünür. Bunun için, Allah’ın hikmeti, derece derece, önce şer’î emirlerin en hafifi olan namazın, ikinci olarak ortası olan zekâtın, üçüncü olarak da en zoru olan orucun emredilmesini gerektirmiş ve böylece mükelleflere bir alıştırma yapılmıştır.

Bunun için وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ “Mütevazi erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar…” (Ahzâb sûresi, 33/35) âyetinde övgü makamında bile bu tertip gözetildiği gibi, İslâm’ın binası hadîsinde de” Kelime-i şahadet, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, Kâbe’yi haccetmek diye bu tertip gösterilmiştir.

Peygamberimiz’in Medine’ye hicretinin ilk zamanlarında Hazreti Peygamber tarafından ayda üç gün, bir de aşûre gününde oruç tutmak, bir nafile olarak emredilmişti ki, buna ilk oruç denir. Hicretten bir buçuk yıl sonra kıblenin değişmesinden sonra Şaban ayının onunda Ramazan orucu farz kılınmıştır.

Bazıları bu âyetlerin ve buradaki sayılı günlerin, ilk oruç hakkında olduğu ve bunun Ramazan âyetiyle tamamen neshedildiği görüşüne sahip olmuşlarsa da, doğrusu bu âyetler hep ramazan orucu hakkında inmiştir. Şöyle ki:

 يَۤا أَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا “Ey iman ile sorumlu bulunup da iman etmiş olanlar! Ey akıllı ve bülûğ çağına ermiş iman ehli!” كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ “Sizden önceki peygamberlere ve ümmetlerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı, yani farz kılındı.” Bundan dolayı oruç meşakkatinin sadece size yüklendiğini zannedip de gocunmayınız. Oruç, öteden beri tatbik edilegelen ilâhî bir kanundur. Buna insanlığın, terbiye ve düzen bakımından büyük bir ihtiyacı ve tatbikinde hesapsız menfaati vardır.

Dilimizde oruç demek olan “sıyâm, savm” sözlükte nefsi meylettiği şeylerden -isterse bir söz olsun- alıkoymak, yani kendini tutmaktır. إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْمًا “Ben Rahmân’a bir oruç adadım.” (Meryem sûresi, 19/26) âyetinde bu mânâyadır. Mutlak olarak tutmak mânâsına da gelir. خيل صيام وخيل غيرصائمة “Tutulan atlar ve tutulmayan atlar.” gibi.

Bu konudaki âyetlerden ve Peygamberimiz’in öğrettiklerinden anlaşıldığına göre şeriattaki mânâsı ise, nefsin en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişki gibi bilinen zarurî ihtiyaçlardan, niyet ederek bütün gün kendini tutmaktadır. Tam anlamıyla tarif edilmek üzere: Ehliyetli bir insanın sabahın başlangıcından güneşin batışına kadar karın hükmünü taşıyan, içine herhangi bir şeyi sokmaktan ve cinsî ilişkiden ibadet niyetiyle nefsini alıkoyması, yani kendini tutmasıdır.

Buna göre ağzına veya burnuna bir şey giderse bozmaz. Fakat dimağına ve bedenin içine bir şey girerse bozar. Demek ki bedene şırınga ve aşağıdan lavman yapılması da orucu bozar. Söz orucu bozmaz. Fakat nefisle cihad için susmak, zikir ve fikirle meşgul olmak mendup ve daha uygundur.

Niyetsiz ve yalnız geceleyin kendini tutmaya oruç denmez. Bu şekilde şer’î oruç, sözlükteki oruçtan daha özeldir. Burada geçmiş ümmetlere benzetmede maksadın, vacip oluşunun aslında, orucun sıfatında veya sayıda veya vakitte olması muhtemeldir.

Bir rivayete göre Ramazan orucu ve aynı miktar oruç Yahudilere ve Hristiyanlara da farz kılınmıştı. Yahudiler, bunu terk etmişler ve yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlardı ve bugünün, Firavun’un suda boğulduğu gün olduğu iddiasında bulunmuşlardı. Oysa bunda da yanılmışlardır. Çünkü Firavun’un boğulması, aşûre gününde olmuştur.

Hristiyanlara gelince, onlar da Ramazan’da oruç tutarlarmış. Nihayet pek şiddetli bir sıcağa tesadüf etmişler. Bunun üzerine yaz ile kış arasında mutedil, sabit bir mevsim tayin edilmesinde âlimlerinin görüşü toplanarak orucu bahara tahsis etmişlerdir. Böylece oruçları kırk güne çıkmıştır. Sonra hükümdarları hastalanmış veya aralarında salgın ölüm olayı meydana gelmiş, bunun için de on gün daha ilâve etmişler ve orucu elli güne çıkarmışlardır. Daha sonraları şeklinde de değişiklik yaptılar ki, buna perhiz denir.

İşte burada bu değişikliği dikkate almadan esas itibariyle, orucun sıfatında, veya sayısında yahut da vaktinde olmak üzere üç noktadan biriyle benzetme yapılmış ve bu kanunun eskiliği gösterilmiştir. Fakat bu benzetme, mücmel olduğundan açıklamaya muhtaçtır. İlerde geleceği şekilde sırasıyla açıklanacaktır.

İşte ey mü’minler! Size de oruç farz kılındı لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ki, korunabilesiniz. Oruç sayesinde nefsinize ve şehvetlerinize hâkim olma alışkanlığını elde ederek günahlardan, tehlikelerden sakınıp takva mertebesine erebilesiniz.

Çünkü oruç, şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlûp eder. Azgınlıktan, kötülükten men eder. Dünyanın âdi lezzetlerini, makam ve yükselme davalarını küçük gösterir, hayatın lezzetini tattırır, kalbin Allah’a bağlılığını artırır, oruç tutana bir meleklik zevki ve saflığı bahşeder. Çünkü, لْمَرْءُ يَسْعَى لِغَارَيْهِ بَطْنِهِ وَفَرْجِهِ “Kişi karnı ve tenasül organı olmak üzere iki deliği için koşar.” darb-ı meseli hükmünce insanları her derde sokan şehvetlerin esası, karın ve tenasül organı şehvetidir. İnsanın insanlığı da bunlara hâkim olmasındadır.

Oruç ise ilk önce bu ikisini kırar, düzene koyar. Onların mecbur ettiği şeyleri, zarurilikten kurtarıp, isteğe bağlı bir hâle çevirir. Öyle ki, oruç tutmayan insanlar, şehvetli arzularının önünde bir oyuncak gibi yuvarlanıp kıvrandıkları, akıl ve iradelerine sahip olmayarak gelişi güzel günahlara sürüklendikleri hâlde, oruç tutanlar, tersine bunlara hâkim olur. Kendini zapt etmesini ve nefsinin arzularını da ihtiyacına göre kullanmasını bilir. Bunun için Peygamber Efendimiz  (sallallâhu aleyhi ve sellem), nefisleri azgın olanlar hakkında, فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ فَإِنَّهُ لَهُ وِجَاءٌ  “Oruç tutsun, çünkü orucun güzel bir tesiri vardır.” buyurmuştur.

Oruç tutmayan, sabretmesini bilmez, nefsini normal şekilde kullanma yollarını gözetmez. Hele refah içinde yaşayanlar, hiç oruç tutmazlarsa, bütün hürriyetlerini şehevî arzularına kaptırırlar. Şunun bunun ırzına ve malına tecavüzden kendilerini alamazlar, haram, helâl seçmezler. Hatta vicdanları da istemeye istemeye bu rezaletlere atılırlar. Nihayet nefislerine de zulmederler, kendilerini akıl ve vicdana, din ve imanın aksine telef ederler.

“Kimi vicdana dokundu kimi cism-ü cana

Zevk namına ne yaptımsa peşiman oldum.” diyerek inlerler giderler.

Böyle şehvet esiri olanlar, o kadar sabırsız ve o kadar aç gözlü olurlar ki, bir gün aç kalmakla hemen ölüvereceğiz zannederler. Bu zanla da orucu zararlıymış gibi kabul ederler. Hâlbuki oruç, gerek fert ve gerekse toplum açısından büyük bir ruh terbiyesini içerdiği gibi, aynı zamanda midenin ve bedenin dinlenmesiyle sıhhî ve tıbbî, vücuda ait birtakım faydaları bulunan bir beden eğitimini de içine almaktadır.

Oruç, وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ “Çaresiz sizleri biraz korku ve biraz açlıkla imtihan edeceğiz.” (Bakara sûresi, 2/155) âyetinde işaret buyurulan biraz açlıktan bir hissedir ki, bu sayede uzun uzadıya âhiret açlıklarının önüne geçilecek ve büyük sabır müjdelerine erişilecektir.

İnsanlık tarihinde öyle zamanlar olur ki, günlerce açlığa dayanmayı alışkanlık hâline getirebilecek bir beden terbiyesinin, hayatın ayrılmaz parçalarından birisi olduğu takdir edilir.

Bu cümleden olarak, büyük savaş devirlerinde böyle bir melekenin gerekli olduğu daima hissedile gelmiştir. Bu bakımdan; اَلصَّوْمُ جُنَّةٌ مِنَ النَّارِ “Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır.” hadis-i şerifi ifade buyurulmuştur.

Orucun bu şekilde bedene kuvvet, dayanıklılık, nefsin arzularında ölçü bahşeden birtakım ruhî ve bedenî faydaları, hayatın ve insanlığın tadını tattıran ve fakirlerin hâllerini hissettiren, sosyal ve ahlâkî yönden güzel menfaatleri bulunmakla beraber, bunların hepsi birer fayda olup, farz oluşunun sebebi ve hikmeti değildirler. Orucun farz oluşunun asıl hikmeti, Allah’ın emrine boyun eğmekle kulluk zevkini tatmak, ruhu, riyâ eserlerinden temizleyerek kuvvet ve ihlâsı artırmak ve kendini bizzat Allah’ın korumasına teslim etmek için nefisle cihad etmektir.

Nitekim bir kudsî hadiste ifade edildiği gibi: اَلصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ “Oruç, Benim içindir. Onun mükâfatını ancak Ben veririm.” buyrulmuştur. Böylece: لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Gerek ki sakınasınız.” ifadesi, orucun hikmet ve menfaatlerini, faydalarını ve yararlarını, sebep ve maksatlarını bütün genişliğiyle ifade eden îlâhî bir beyandır ki, hepsini, maddî, mânevî, din ve dünyaya ait maksatları içine alan “sakınma” özelliğinde toplamıştır.

İşte güç gibi görünecek olan oruç, bu kadar güzel bir ibadettir.

 

* Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 1/515-518, Azim Dağıtım.

min read. - Post Date: 04/29/2019