Gâsıp, Hakiki Mümin Olamaz





Author: Dr. Selim KOÇ - min read. - Post Date: 08/27/2022
Clap

Güç ve hâkimiyete dayanarak ya da yargıyı tesir altına alarak gasp yapanlar, bunu helâl görerek yaparlarsa bu küfür olur. Daha çok zengin olma hırsı ve muhataplarına baskı, zulüm ve düşmanlık maksadıyla yaparlarsa bu durumda hem kul hakkına girer hem de büyük günah işlemiş olurlar.

İslâm, insanlar arasında ferdî, ailevî ve sosyal ilişkileri düzenlediği gibi mali ilişkileri de düzenler. Getirdiği prensiplerle bireylerin maddî-manevî haklarını koruma altına alır ve adaletin tesis edilmesini emreder. Allah haklarının çiğnenmemesi hususunda yaptığı tahşidatı, insanların haklarına girilmemesi mevzuunda da yapar ve bu konuda kötü niyetli olanları şiddetle sakındırır; uğrayacakları kötü akıbete de dikkat çeker. Allah Resûlü, Veda Haccı’nda yaptığı pek çok uyarı arasında özellikle bu hususa yer verir: “Dikkat edin! Kesinlikle bugünün, bu ayın ve bu beldenizin harem kılınması gibi kanlarınız ve mallarınız da birbirinize karşı haram yani dokunulmaz kılınmıştır.” O, bu telkini yaptıktan sonra tekrar işin ehemmiyetini nazara verecek şekilde üç kere üst üste “Dikkat ediniz! Tebliğ ettim mi?” diye sorar ve on binlerce sahabîden “Evet!” cevabını duyduktan sonra da sözlerini şöyle tamamlar: “Benden sonra herhangi bir sebepten dolayı birbirinizin boyunlarını vurmaya kalkışarak küfre dönüp kendinize yazık etmeyin!”1

Bu uyarılarıyla O, insanların canlarına ve mallarına kastetmeyi, bu hususta onlara zarar vermeyi ve onları mağdur etmeyi yasaklar. Aksi takdirde bu haklara riayet etmeyenlerin içtimai ve iktisadî kargaşa ve anarşiye sebebiyet vereceğine dikkat çeker. Mal, insanın alın teridir ve dokunulmazdır. Allah Resûlü, “Hiçbir kimse asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir…”2 buyurur ve el emeğiyle geçinip iffetiyle yaşamanın değerine özellikle vurguda bulunur. Yine müminin vasıflarından birine dikkat çekerken onun tufeyli olmayacağını; başkalarının eline-avucuna asla bakmayacağını; son nefesine kadar insanî izzet ve şerefini koruyarak alın teriyle çalışıp didineceğini ve asla haksız kazanca talip olmayacağını çok net olarak ifade eder: “Mümin alnının teriyle yaşar ve öyle ölür.”3 

Nitekim alın terine ayrı bir değer veren Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) işçinin hakkı olan bedeli ödemeyi azıcık geciktirmenin dahi kul hakkına sebebiyet vereceğini çok veciz bir ifadeyle şöyle ders verir: “İşçinin ücretini, teri kurumadan önce veriniz.”4 Dolayısıyla İslâm alın terine, mala ve mülkiyet hakkına ayrı bir değer verir ve az ya da çok olsun, ona karşı işlenecek hırsızlık, gasp ve itlaf gibi haksız/hukuksuz bütün saldırıları yasaklar. Gasp, İslâm Hukuku’nda, bir malın sahibinin rızası olmadan zorla ele geçirilmesini ve malikinin mülkiyetinden çıkarılmasını; itlaf ise malın tazmin sorumluluğu doğuracak şekilde kısmen ya da tamamen yok edilmesini ifade eder.5 

Gasp, Malın Korunması Prensibini İhlâldir

Girişte de ifade ettiğimiz gibi İslâm, malın korunmasını, canın korunması esası gibi dinin temel hedefleri arasında sayar ve ona karşı yapılan her türlü saldırıyı yasaklar. Allah Resûlü “… Her Müslüman’ın diğer Müslüman’a canı, malı ve şahsiyeti haramdır…”6 buyurur; canla birlikte mal ve şahsiyeti de koruma altına alır ve müminlere canlarını korudukları gibi mallarını da korumayı ders verir. Bunun içindir ki Allah Resûlü kendisini düşmana karşı müdafaa ederken öldürülen kimsenin şehit olduğunu ifade buyurduğu gibi malını korumak için mücadele ederken öldürülen kimseyi de şehit kategorisinde sayar.7 Bu çerçevede Allah Resûlü, müşrikler ve bedeviler tarafından gasp edilen Müslümanlara ait malları geri almak ve hesabını sormak için defalarca sefere çıkar ve seriyyeler gönderir.

Bunlardan dolayı malları, şirketleri, arsa-arazi, işyeri ve daireleri, haksız ve hukuksuz bir şekilde gasp edilen kimseler, ne pahasına olursa olsun hukuk mücadelesinden asla vazgeçmemelidirler. Bu uğurda haklarını ve haklılıklarını savunurken ölen ya da öldürülen kişiler şehitlik makamına yükselir. Bu yönüyle bu mücadele bir salih ameldir. Yeryüzünde hak ve adaletin gerçekleşmesi adına gösterilen her gayret mukaddes ve mübecceldir. Zira İslâm’da insanın dinini, canını ve şahsiyetini müdafaa ile mal ve mülkiyetini müdafaası arasında fark gözetilmez. Hak ve hukuk mücadelesi verdiği halde bu dünyada haklarını alamayan mazlum ve mağdurların gasp edilen malları ise mizanlarına sadaka olarak konulur. Zira Allah Resûlü “…Müminin çalınan/gasp edilen malı onun için sadakadır…”8 buyurur.    

Haksız Yollarla Edinilen Mülk, İnsanı Batırır

Allah Resûlü, mal ve mülk edinmede haksızlığa girmeme, başkalarına maddî-manevî zulmetmeme hususunda da vurgu yapar ve böyle bir zulmün insanı/idareyi batıracağına dikkat çeker: “Kim yeryüzünden haksız yere bir şeyi alır ve mülk edinirse kıyamet günü o aldığı şeyle birlikte yedi kat yerin dibine batırılır.”9 Meselâ başka bir hadiste belirtildiği gibi bu bir karış arsa/arazi bile olabilir: “Kişi, hakkı olmadığı halde yeryüzünden bir karış yeri bile üzerine geçirirse, Allah kıyamet günü o aldığı şeyi, yedi kat yerin dibine kadar batırılırken onun boynuna dolar.”10 Nitekim bundan dolayıdır ki Ebû Seleme, komşularıyla aralarında niza olan bir yer hakkında Hazreti Âişe Validemiz’e danıştığında o, kendisine Peygamber Efendimiz’den duyduğu bu sözü hatırlatır ve böyle bir haksızlığa girmekten sakınmasını tavsiye eder.11

Zorla, hile ve aldatmayla ya da gasp gibi yollarla elde edilen mal-mülk aslında o kimse için hayır değil bilâkis o kişinin boynuna dolanacak ve onu Cehennem’in en dibine batıracak büyük bir günahtır. Gasp sadece arsa ya da arazileri değil menkul ya da gayrimenkûl her çeşit malı içine alır. Hadis-i şerifin metninde geçen “Bir karış yer” ifadesi zulmen ve gadren alınan şeyin az ya da çok olması arasında herhangi bir farkın olmadığını da açıkça gösterir. Metindeki “Boynuna dolanır.” ibaresinden maksat ise gasp edilen şeyin, gâsıbın boynuna âdeta bir gem olarak takılacağıdır. Dolayısıyla ötelerde gâsıbın, kul hakkından ve gasp ettiği şeyden kurtulması mümkün olmayacaktır.

İnsanların Malını Gasp Eden Hakiki Mümin Olamaz

Kur’ân, insanların mallarını hırsızlık, gasp, rüşvet, kumar, aldatma ve faiz gibi haksız bir şekilde ellerinden almayı ve yemeyi yasaklar ve haram kılar: “Birbirinizin mallarını bâtıl yollarla yemeyin! Halkın mallarından bir kısmını bile bile haksız yere yemek için, rüşvetlerle hâkimlere/yetkililere koşmayın!”12 Âyet-i kerimede, İslâm dininin temel bir ilkesi ortaya konulur. Buna göre hiçbir Müslüman kişi veya kurum, başka hiçbir kimsenin malını, rızası olmadan veya tam ve gerçek bir karşılığını vermeden alamaz, yiyemez; “hâkimin kararı da bu hükmü değiştiremez, haramı helâl yapamaz. Bu genel bir hüküm olup aslında bu hükmün kapsamına giren rüşvet yasağı, önemi ve yaygınlık kazanmaya elverişli olması sebebiyle özellikle zikredilmiştir.”13

Güç ve hâkimiyete dayanarak ya da yargıyı tesir altına alarak bu zulmü yapanlar, bunu helâl görerek yaparlarsa bu küfür olur. Yok helâl kabul etmez fakat daha çok zengin olma hırsı ve muhataplarına baskı, zulüm ve düşmanlık maksadıyla yaparlarsa bu durumda hem kul hakkına girer hem de büyük günah işlemiş olurlar. Bu kimseler, işledikleri bu büyük günahtan tevbe-i nasûh ile tevbe etmez ve gasp ettikleri malları sahiplerine iade edip helâlleşmez ise gittikleri yol küfre çıkar. Nitekim bu gerçeği açıkça ifade eden Allah Resûlü   “… Bir Müslüman hem iman edip hem de hırsızlık yapamaz. Yine bir kimse hem mümin olup hem de başkalarının mallarını onların gözleri önünde zorla alamaz/gasp edemez.”14 Dolayısıyla böyle büyük bir günahı aleni olarak işlemekten çekinmeyen zalimler/gâsıplar hem Allah ve Resûlü’ne isyan ettikleri hem de masum insanların kul haklarına girdiklerinden dolayı dünyevî-uhrevî iflâsa sürüklenirler.

İşte Gerçek Müflisler

Allah Resûlü, bir gün ashabıyla otururken onlara şöyle bir soru sorar: “Müflis kimdir biliyor musunuz?” Ashab-ı kiram, “Bize göre müflis, parası ve malı olmayan/kalmayan kimsedir.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Allah Resûlü, gerçek müflisin kim şöyle tasvir eder: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla gelir. Fakat aynı zamanda şuna sövmüş/hakaret etmiş, buna iftira atmış, şunun malına çökmüş/yemiş, bunun kanını dökmüş, şunu dövmüş/işkence etmiş, ettirmiş bir halde gelir. Bunun üzerine iyiliklerinden haklarına girdiği kimselere dağıtılır. Üzerindeki kul hakları bitmeden iyilikleri tükenirse hak sahiplerinin günahları sırtına yüklenir. Sonra da Cehennem’e atılır.”15  

Muhatabın, dini, ırkı ve milliyeti ne olursa olsun ona, hakaret etmek, sövmek, iftira atmak, karalamak, işkence etmek, canına kastetmek, ferdî, ailevî ya da içtimaî haklarını gasp etmek, malına el koymak, insanı müflis olmaya sürükler. Bu çeşit günahları işleyen zalim ve destekçileri, dünyada hak sahipleriyle helalleşip tevbe etmezlerse ahirette verebilecekleri geçerli bir akçe olmadığı için hasenatlarından alınır. İyilikleri yetmezse bu sefer hak sahiplerinin şahsi günahları onların sırtına yüklenir. İbadetlerle ilâhi huzura varsalar bile muhakeme edildiklerinde kul haklarından dolayı sıfırlanacakları için kurtulamazlar. Bir de mazlum ve mağdur hak sahiplerinin günahları onların sırtına yüklendiğinde tamamen batacaklardır.  

Gasp Edilen Maldan Hayır Yapmak

Bazıları elinde bulundurduğu makam ve mevkiyi kullanarak gelir elde edip ya da insanların malını gasp ederek “Ben bunlarla hayır yapacağım!” diye iddia edebilir. Bu kimseler bu yalan ve yüzsüzlükleriyle ancak kendilerini ve onlara yakınlıktan nemalanan bir avuç menfaatperesti aldatsa da Allah’ı ve hakiki müminleri asla aldatamazlar. Zira Allah Resûlü’nün bu konudaki beyanları çok açıktır: “Allah, kamu malından aşırılıp verilen sadakayı, yapılan hayrı ve abdestsiz olarak kılınan namazı kabul etmez.”16

Dolayısıyla kamu malından hırsızlık yaparak ya da konumunu kullanıp kazanç elde edip hayır yapmaya kalkmak, abdestsiz namaz kılmak gibidir. Abdestsiz namaz nasıl Allah katında kabul edilmez ise yolsuzlukla ve gaspla elde edilen gayrimeşru kazançtan da iyilik yapılamaz; yapılsa bile o Allah katında geçerli olmaz. Hatta böyle bir iyilik bile vebal olarak sahibinin amel defterine işlenir ötelerde de bir vebal olarak sırtına yüklenir. 

Bir Şeyi Alan/Gasp Eden Onu Tazminle Mükelleftir

İslâm, ticari ilişkilerde karşılıklı rıza ve anlaşma prensibini getirmiş ve kişinin izni, rızası ve onayı olmadan malını almayı-satmayı ya da onun üzerinde herhangi bir şekilde tasarrufta bulunmayı yasaklar. Allah Resûlü, ticari hayatta bu esasın yerleşmesi için yer yer uyarılarda bulunur; şaka yollu dahi olsa insanların malları üzerinden onları korkutmamak gerektiğini17 özellikle belirtir:  “Hiçbiriniz kardeşinin herhangi bir malını ciddi olarak veya şaka yoluyla almasın. Biriniz arkadaşının bir değneğini bile alsa, onu iade etsin.”18 

Bunun yanında haksız ve hukuksuz bir şekilde elde edilen şeylerin ya kendisi ya da karşılığının mutlaka hak sahibine teslim edilme mükellefiyetini getirir: “Bir şeyi alan kişi, onu hak sahibine teslim etmediği sürece karşılığını ödemekle sorumludur.”19 Mali konularda “Aldatan bizden değildir.”20 buyurarak aldatmayı yasaklarken diğer taraftan kimsenin hak ve hukukunun çiğnenmemesine/yenilmemesine karşı da tahşidat yapar: “… Şüphesiz Ben, üzerimde hiç birinizin can ve malıyla ilgili benden talep edeceği hiçbir hakkı olmayacak şekilde Allah’a kavuşmak istiyorum.”21

Dolayısıyla başkasının malına haksız ve hukuksuz bir şekilde el koyanların gasp ettikleri şeyleri kuruşu kuruşuna sahiplerine iade etmeleri hukukî açıdan bir zorunluluk, dinî açıdan ise kul hakkıdır.  Aksi takdirde bu kimseler hem suç işledikleri hem haram yedikleri hem de kul haklarına girdikleri için ötelere ağır veballerle giderler. Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) bir taraftan müminlere bu tür haram kazançlardan ve veballerden uzak durmalarını emrederken diğer taraftan onlara şu duayı da öğretir: “Allah’ım! Bana helâl rızıklardan nasip ederek haramlardan koru! Lütuflarınla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!”22

Author: Dr. Selim KOÇ - min read. - Post Date: 08/27/2022